COĞRAFİ ETKENLER
COĞRAFİ ETKENLER ŞİRİNCE’NİN YERİ, KOMŞULARI VE MAHALLELERİ
Dünyanın yedi harikasından biri olan;Efesi, Artemis Tapınağını, Arvalya’ya kadar uzanan sayısız kalıntıları, Bülbül Dağı, Panayır Dağı, Çamlık yokuşu, Belevi ve Aya suluk Tepesiyle, liman kent Kuşadasıyla, (Frenklerin değişiyle “SCALA-NOVA”) bir bütündür yüzyıllardan beri Şirince...
Seferihisar’dan Dilek Yarımadasına kadar uzanan ve Kuşadası körfeziyle çevrelenen
kıyı bandında yer alan Efes(EPHESOS), kuzeyden güneye; LEBEDOS , KOLOPHON, KLAROS, NATION, NEOPOLİS, PHYGELA, PİRİENE ile doğuda MAGNESİA gibi antik kentler bulunmaktadır. Bu antik kentler Şirince’ye günübirlik mesafededir. Şirince, kıyı Ege bölümünde denizden kuşuçumu 12 km içerisindedir. Karayolu ile Selçuk ilçesinden 7 km uzaklıktadır. 38*-00’ kuzey enleminde 27*-30’ doğu boylamında bulunmaktadır. İzmir iline bağlı Selçuğun bir köyüdür.
Şirince ... Çevresindeki yerleşim merkezleri: Güneybatısında Efes, Meryem ana, Çamlık, Kuşadası. Batısında Selçuk, Pamucak sahili. Doğusunda Selahattin ve Çam köy. Güneydoğusunda Balatçık Kuzeyinde ise Belevi ve Tire bulunmaktadır.
Ulaşım
Şirince'ye Selçuk içinden doğu (dağ) yönüne sapan 8 kilometrelik bir asfalt yoldan ulaşılıyor. Selçuk garajından köye her saat başı dolmuş var.
Otomobille gelirken, İzmir-Aydın otoyolu Selçuk çıkışından 12 km sonra, Selçuk kent girişinde sola sapınız.
“Kırkınca ve Çevresi (Su yolları Haritası)”
ENGEBELERİ – AKARSULARI ve AFETLERİ, FAY HATTI
Şirince’nin en alçak yeri merkezidir. En yüksek yeri ise Beylik Tepesidir. Şirinceli buraya “Beylik” veya “Bayır” demektedir. Burası köyün yazlık bölümüdür. Selçuk yolunda Şirince ye tırmanan viraja kadar giden yol çevresine “Boğaz” denilmektedir. Boğazdan sonra yukarıya tırmanarak doğu istikametinde sırasıyla; Efe Durağı, Manastır, Maden, Beylik Yolu gibi yerleşim yerleri vardır. Köyün etrafında arazinin eğimli ve dik dağlarla çevrili olduğundan bir çok dere ve akarsular Menderes nehrine kadar uzanmaktadır. Bununla beraber birçok su miktarı az olan derecikler bulunmaktadır.
Köy I. Derecede deprem bölgesindedir. Çok çeşitli ve farklı zamanlarda oluşmuş yer şekillerine sahip olduğundan Şirince ve çevresi iç batı Anadolu yani Afyon-Dinar merkez olmak üzere Ege Denizine kadar uzanan oradan da Alp-Himalaya kıvrım kuşağında yer alan Yunanistan ve daha batısına kadar uzanır I. Derecede Fay Hattı içindedir.
Geçmişte İzmirli tarihçi “SLAARS”’a göre sırasıyla 16 haziran 1778 tarihinde İzmir’de çok şiddetli bir deprem olmuştur. Tüm camilerin minareleri yıkılmıştır. Deprem 2 Temmuz ve
4 Temmuz tarihlerinde tekrarlamış. 1801 yılında meydana gelen depremler hakkında sadece çok şiddetli olduğu konusunda bilgi bulunmaktadır. Depremlerin önemi çok büyüktür. Çünkü tarihsel yapıların çok daha uzun ömürlü olması ve yüzyıllarca yaşaması gerekir. Deprem ise buna en büyük engeldir.
“Kiliseden manzara”
YERLEŞİM
Şirince yerleşimi: Şirince geçmişte 1800 naneden oluşmaktaydı. Fakat günümüze kadar sadece 200 ev kalabilmiştir. Bunu Depremler ve doğal etkenlere ile 1922 de terk edilişteki talan edilişine bağlıyoruz.
Köy “hilal” şeklindedir.İki mahallesi bulunmaktadır. Mahalleler batı ve güney yönündedir.
Güneydeki “İSTİHLAS” , batıdaki ise “İSTİKLAL” mahallesidir. İstihlak ve istiklal isimleri
Beylikler döneminden kalmadır.
İSTİHLAS: Bir şeye sahip olma , kendi himayesine geçirme . “Kurtarma ,kurtarılma” anlamında.
İSTİKLAL: “Kendi başına olma ,
Kimseye bağlı olmama” anlamındadır.
İstihlak mahallesi bir sokakla kesilir ve kuzeye bakan sırtta başlar, kuzeye doğru iner.
Bu sokağın sonu köyün çarşısını oluşturmaktadır.
Köyün kuzeyinde Küçük Menderes vadisine bakan sırtlarda
“Kuş İni” adı verilen Roma dönemine ait yapay bir mağara bulunmaktadır. Çevresinde ise çok iyi kalitede beyaz mermer
bulunmaktadır. Yaya olarak 1 saat
mesafededir. Kara yolundan gidilirse Pranga Çiftliğinin üstünde ve yaklaşık 350 metre
yükseklikte bir oyuktur. Boğazda da bir mağara bulunmaktadır. Bu mağara tarihi “SÜTLÜPANAYA”
mağarasıdır.Eski kaynaklarda “PANAYA KAPULU” olarak geçmektedir. Dido SOTİRİOU romanında (matomena homata ,kanlanan topraktadır / Benden Selam Söyle Anadolu’ya) bu mağaradan bahsetmektedir. Dr. Erol ATALAY 1982’de bu mağarayı arkeolojik açıdan incelemiştir. Mağaranın girişinde bir Kaya Mezarı bulunmaktadır. İçeriye ancak sürünerek girile biliniyor. 70-80 metre derinliktedir. İsa’dan sonra 13.yüzyıldan bu yana kullanılmakta.
Mağara girişinde silik de olsa izlene bilinen Freskler bulunur. Bunlar Hıristiyan Azizlerine
İlişkin fresklerdir. Duvarlarına ise Çirkinceliler çeşitli yazılar kazımışlar.
Mesela;”EY İSA YARDIM ET” ve “TANRININ KÖLESİ KÖLE SOTİRİKOS” gibi...
Boğazda mağaradan başka su kemerleri bulunmaktadır. Bu su kemerleri ünlü St.JEAN Kilisesine su ulaştıran Orta Bizans döneminde yapılmış su yolunun bir parçası durumundadır.
Bir başka su yolu ise Çirkince’den. Güneyinden çıkıp Efes’e doğru Ayasuluk’tan geçen su kemerleridir. (DİDO SOTİRİOU . BAKINIZ)
Çirkince boğazında bir de çay bulunmaktadır. Bu çayın ilk çağdaki adı “KLEASEAS”
tir. Efes’e giden suyun başına ilişkin kalıntılar , Belevinden başlar. Kuzeyindeki dağa Şirinceliler “Elemen Dağı” diyorlar. Dağın doğusundaki parçasına “Selahattin Dağı” deniliyor.
“(Su kemerleri) Boğazdakiler” Pranga suyunu,Selçuğa aktaran su kemerleri
Şirince’nin batısını kesen yükselti ise” BEYLİK TEPESİ” dır. Tepeden bakıldığında Efes Ovası ve Pamucak sahili görülmektedir. 650-750 metre yükseklikte olan Beylik Tepesi üzerinde ilerleyen orman yolu Çamlık köyüne çıkar. İzmir-Aydın karayoluyla Selçuk, Efes, Meryem ana, Kuşadası gibi tarihi ve turisttik mekanlara 9 km.lik orman yolu ile ulaşabil-
lirsiniz. Köyün kuzey doğusunda ilerleyen , “Karıncalı yokuşu” denilen yokuşun ardında, köyü Ortaklar ilçesine bağlayan orman yolu bulunmakta.
Orman yolu üzerinde “Hayriye Mevkii” denilen yerde yıkılmış evlerin ve bazı kalıntıların bulunduğu eski bir yerleşim bulunmaktadır. Daha sonra Selahattin Köyü ve Ortaklar İlçesi bulunmakta.
“SU KEMERLERİ” SELÇUKTAKİLER
YAPI MALZEME KAYNAKLARI
Şirince evlerinin başlıca taşıyıcı malzemesi olan ahşap, Türk evi coğrafya sınırlarını tanımlar. Gerçekten bu ev tipi ahşabın bolca bulunduğu yerlerde gelişmiştir. Ege bölgesi, Ege Adaları, İç Anadolu, Güney Anadolu, Mısır gibi yerlerde ana malzeme taş veya kerpiç
olan başka ev tipleri de oluşmuştur.
Ahşap yapı malzemeleri yörelere göre değişik boyutta, kesitte ve teknikte hazırlanmıştır. Karadeniz kıyılarında kestane en güvenilir ağaçtır. Batı ve kuzey Anadolu ‘da meşe, sarı çam, Akdeniz ve Toroslarda sedir, selvi ve ardıç tercih edilen ağaç türleridir. Bina içlerinde daha çok çam türleri kullanılır. Temel ve zemin kat duvarlarında kullanılan taş her yörede bulunur. Dolgu malzemesi taş, kerpiç, tuğla ve ahşap olabilir. Bağlayıcı olarak çamur ve kireç harcı kolaylıkla sağlanan geleneksel yapı malzemesidir. Örtü malzemesi olarak kiremit yaygındır. Yapı malzemelerinde yöreye göre değişiklikler gösterir. Bazı yörelerde kesme taş, bazı yörelerde ise ahşap hatıllı moloz taş daha çok görülür. Genellikle rutubetli ve rüzgarlı kıyılarda dış yüzey ahşapla kaplanır, diğer yörelerde ise kireç harçla sıvanır.
Çatı örtüsü, ormanlık yörelerde ahşap (pedavra) diğer yörelerde çoğunlukla oluklu kiremit kullanılır. Ahşabı az olan yörelerde ince yatak taşının doğal olarak çıkartıldığı yörelerde taş kaplama olabilir.
Buna göre Şirince’de malzeme yapı kaynak; Genel olarak metomorjik kayaçlar bulunmaktadır. Bunlardan başlıcalar Gnays ve Fillad (Killi Şist)’tır. Şirince’nin kuzey kıyısı
Kireç taşı yükseltileriyle belirlidir.Güneyindeki yükselti koyu renkli killi şistlerden oluşmuştur.
Her iki taş türüne şirince evlerinin temel ve zemininde kullanılır. Dolgu malzeme
Taşı olaraktan kullanılır. Bazı evlerde kerpiç ve ahşap kullanılmıştır. Bağlayıcı malzeme olarak “Çamur” ve “Kireç Harcı” gelenekseldir.
Örtü malzemesi olarak oluklu kiremit yaygındır.
Şirince evlerinin başlıca taşıyıcı malzemesi olarak kullanılan ahşap Şirince ormanlarından temin edilir. Genelde sarı çam, kızıl çam, çınar, kestane, selvi, ardıç, dut, meşe yaygındır.
Kuzey batı yönünde bulunan madenden temin edilen killi şist ve kireç taşı ince ve renklidir. Temel yapı malzemesi olarak kullanılır. Sokaklarındaki Arnavut kaldırımlarının yapımında da kullanılır. Bazı özel yapıların dış ve iç mekanlarında iyi kalitede mermer kullanılmaktadır. Evlerin içlerinde ve dışlarında sütun, konsol kaldırım, eşik olarak kullanılır.
Manastır ve Kiliselerin süsleme malzemesi olarak kullanılmıştır. Mermer; Köyün kuzeyinde Küçük Menderese vadisine bakan sırtlarında Kuş İni mağarasının önünde ve çevresinden temin edilmiştir.
Köyün kuzey batı yönünde bulunan killi şist ve kireç taşı madenin 100 metre doğusunda Orta Bizans döneminde tuğla üretmek için yapılmış ocak kalıntısı bulunmuştur.
Bazı evlerde görülen pişmiş tuğladan yapılmış künkler , buna benzer ocaklarda üretilmiştir. Künkler duvar içlerinde ocaklardan bağlantıyla ısının ev içinde daha fazla yayılmasını sağlamak amacı ile kullanılmıştır.
İKLİM ve BİTKİ ÖRTÜSÜ
Akdeniz iklimi hüküm sürmektedir. Yazları sıcak ve kurak . Kışları ılık ve yağışlıdır.
Selçuk ile arasındaki sıcaklık farkı yüksektir. Şirince hem yükseklik hem de konum itibariyle
Selçuk’tan daha serindir. Bu nedenledir ki yaşamak için yazlık ve kışlık çevre değiştirilerek
Bağ ve yayla evlerine göçülür.Vadilerin yan yamaçları üzerinde bulunan Şirince köyü ve merkezi kışları daha sıcak ve ılık, rüzgara kapalı olduğundan kışlık ikamet bölgesidir.
Evlerde ise kışlık ve yazlık evler olarak odalar yapılmıştır . Yazlık ikamet bölgesi olarak yüksekte olan “Beylik ve Beylik içi” denilen bölgelerde bağ ve yayla evlerinde yazı geçirirler. Burası hava akımlarına açık,yaz aylarında serin , kış aylarında çok soğuktur. Yazlık ikamet bölgesidir.
Nem oranı mevsim normallerinde % 60-80 arasındadır. Yıllık ortalama yağış miktarı 750-800 mm. arasındadır. Mart ve nisan yağmurları çok fazladır. Öyle fazladır ki köyün bütün yeraltı ve yerüstü su kaynakları dolar taşar. Yıllık kar yığışı gün sayısı sadece 3-5 gündür. 1998 yılında yağan yağmur, son 20 yılın en fazla yağış alan yılıdır.
Bitki örtüsü de iklime bağlı olan bitki örtüsüne sahiptir. Tepelerde asıl bitki örtüsü çamdır. Sonradan açılan yerlerde ve kayalık kesimlerde makiler ağırlık kazanmaktadır. Bunun yanında hem Şirince’nin geçimini sağlayan hemde yüzyıllardan beri yaşamakta olan; kestane, ceviz, çınar, söğüt, ardıç, kızıl çam, fıstık çamı, zeytin gibi yaşlı ağaçlar geniş yer kaplar.
Ayrıca köyde ana geçim kaynaklarından olan:
Elma, armut, kiraz, şeftali, zeytin, incir, üzüm susam, buğday, yetiştirilmektedir.
Dido bu konu hakkında romanında şöyle söylüyor;”_ve dört bir yandan fışkıran akarsuları ne kış, ne yaz, kesilmez türküsü...Buğdayla arpa yetiştiği vakit tarlalarımız altın yaldızlı bir denizden farksız olurdu. Bizimkiler bu verimli dalları, ürün bolluğundan yerleri yalayan dalları, özsuyu dolu yusyuvarlak, simsiyah, pırıl pırıl zeytin ağaçlarına başka yerde rastlanamaz .” demekte idi.
“Manzara”
Yörenin içme suyu kaynakları çok fazladır. Gerek yer altı gerekse yerüstü olarak oldukça zengin olan su kayakları içme suyu ve sulama olarak bahçelerde kullanılmaktadır.
( THE TİMES ATLAS OF WORLD)
*OSMANLI İMPARATORLUĞU SINIRLARI İÇİNDE İKLİM VE BİTKİ ÖRTÜSÜ-
T.CUMHURİYETİ.
İklim ve bitki örtüsü tablosu
B-) TARİHİ ETKENLER
ŞİRİNCE KÖYÜNÜN TARİHSEL KRONOLOJİSİ
M.Ö----- Sadece ufak değerli ve değersiz kalıntılar bulunmuştur.
M.S------ Bizans ve Roma yapısı küçük parça kilden yapılmış kandiller, Roma şehir paraları, Bizans paraları ve Efes bölgesinde kullanılan üzerinde arı veya Artemis bulunan paralar bulunmuştur. (30 m.ö.-m.s. 395 Roma ve m.s 400-1453 Bizans’tır.)
1071------1299 Selçuklu Uygarlığı etkinde başlamış ve etkisinde kalmıştır.
1256-----Bölgede ve Anadolu’da Beylikler Dönemi başlar.
1376----- Ayasuluk’ta Aydınoğlu Beyliğinin varlığına dair kalıntılardan; bir çok cami, hamam, taş köprüler, su kemerleri ve bunlardan en önemlisi İsa Bey Cami, Merhum Aydınoğlulu İsa Bey tarafından 1376 tarihinde yaptırılmıştır.
1425----1426 Aydınoğlu Cüneyt’in Öldürülmesi ile Ayasuluk ve çevresindeki yerler Osmanlı İmparatorluğu Denetimine geçti.
1450----- Yaklaşık olarak verilen bu tarih Şirince’ye azad edilen 40 kişi tarafından Aydınoğlu Beyliği döneminde kurulduğu tahmin edilmekte. İsim olarak ise ünlü Kiepert Haritalarında; “Kyrkindje, -Kirrkindsche, -Kirkidje, -Kırkıca, -Kırkınca” olarak görülmektedir.
1583------ 571 no’lu Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü arşivinde Aydın Vakıf Defterindeki ismi, Çirkince olarak görülmektedir.
12 eylül 1698 tarihi ile 10 şubat1702---------- Tarihleri arasında bölgeye gelen , İzmirli ve bir şirket sahibi , eski papaz ve saygın bir bilgin olan EDMUND D.CHİSHULL’ UN yazdığı günlüktür. “Kirkince” olarak bahseder.
16 haziran 1778----- Slaars’a göre bu tarihte çok şiddetli olarak, meydana gelen depremle, İzmir ve çevresinde bir çok yapı yıkılmıştır.
1805------ (Daha önce yapılmış olan ) Vaftizci Yahya Kilisesi, Heliopolis’in kutsal rahibinin emri ile ve Siphnos’lu Kallinikos’un lütfuyla yapılmış olan kilise tamamlanmış. 1805 tarihinden önce bilinmeyen bir tarihte yapılan kilise 16 haziran 1778 tarihinde meydana gelen depremle yıkılmış ve 1805 tarihinde yeniden yapılıp tamamlanmıştır.
1856-------- Rum yerleşim bölgelerini kısaca özetleyen bir gezgin ve yazar olan Udicini, 1856 (2. cilt, sayfa 171) Anadolu’daki Rum yerleşim modeli; “Rum ahalisinin, “Köyleri”, deniz kıyısından içerilere doğru bir-iki günlük yolun ötesinde (yürüyerek) de bulunabiliyordu. Smyrna ve Kuşadası Limanlarına yakın Kırkınca Köyü, bu köylerden biridir.” diyor.
1857-------- Tarihinde yazılmış bir elyazmasında vergiler hakkında; Mac Farlane , (el yazması) cilt 1,dosya 157.
1890-------- Tarihinde Vital Cuinet’e göre Aydın Vilayetinin İzmir Sancağı, Kuşadası kazasına bağlı, Kirkince...
14 Ekim 1892-------- Çirkince Köyü, muhtarı; Avukat Konstantinidis'tir.
1914----- I.Dünya Savaşı tüm şiddeti ile Anadolu’da kendini gösterirken, Osmanlı Hükümeti köyün gençlerini “Amele Taburu” denilen birliğe kaydeder.
1918------ Savaş bitti ve Amele Taburundan sağ kalanlar Şirince’ye geri döndüler.
17 mart 1919------- Yörenin nüfusunu belirlemek için Mudafa-i Hukuk-i Osmaniye Cemiyetinin 17 mart 1919 tarihinde İzmir’de yayınladığı bildiride çıkan sonuca göre; ismi Kırkınca, 4000-4500 Rum, Kuşadası’nda bulunan maliyeye vergi vererek yaşarlar.
15 mayıs 1919------Yunan işgali amacıyla İzmir’e girdi. Çirkince’deki Rum halk büyük coşku ile karşıladı.
22 ağustos 1922-----15 Mayıs 1919 tarihinden bu yana süren Yunan işgali, Türk Kurtuluş Savaşını noktalayan 22 Ağustos 1922 Büyük Taarruz Zaferi Yunan işgalinin sonu oldu.
9 Eylül 1922----- Türk orduları İzmir’e girdi. 11 Eylül tarihinde Paris kaynaklı Atina Gazetesinde yer aldı.
10 Eylül 1922----- “İzmir dün sabahtan itibaren 2.Süvari Alayı Komutanı Zeki bey tarafından işgal edildi. Her şey Türk Ordularının himayesine geçti.” Şeklinde radyolardan anons edildi.
13 Eylül 1922 ----- İzmir’de büyük yangın patlak verdi.
1922------Şirinceli yazar Dido Sotiriou savaşa katıldı.
30 Kasım 1923-----“Türk ve Rum Ahalisinin Mübadelesine Dair Mukavelename ve Protokol” imzalandı ve yürürlüğe girdi.
1 Aralık 1923------ Mübadele için suyun öte yanında Kazana 1500, Karaferya İstasyonunda 1000, Ahdova 1000 kişilik geçici konaklama imkanı oluşturuldu.
Aralık sonu 1923------ Türk gemi ve trenleri ile toplam 60318 mübadil, Girit, Kavala, Drama, Selanik’ten Türkiye’ye getirildi.
1924 ------ Tüm taşıma işlemleri bitti. 500.000 Türk ise Yunanistan’dan Türkiye’ye kara ve deniz yoluyla taşındı. Bu kıyametin içinde yaklaşık 1000 kişi Selanik, Manastır, Kavala ve Pravuşta mübadilleri Şirince’ye yerleştirildi.
1957----- Tarihinde İzmir’e bağlanmış. Kuşadası ise Aydın iline bağlanmıştır. Bu arada Çirkince’nin ismi dönemin İzmir Valisi Kazım Dirik Paşa tarafından “ŞİRİNCE” olarak değiştirilmiştir.
1957------ Tarihine kadar tüm adli işler Kuşadası’nda yapılıyordu.
1980’li yıllarda Turizmin başlaması
1988 -------Yılında Vaftizci Yahya Kilisesi, Selçuk-Efes müzesi müdürlüğünce QUANTMAN FOUNDATION’ UN desteğiyle kazılara başlanmış ve içi tamamen temizlenmiş ve restore edilmiştir. Yalnız şu anda denetimsizlikten ve kontrolsüzlükten restoresi yapılan freskler silinmektedir. ( Tarih, 2004)
1990------ Başlarında Şirince için altın yıllar geri dönmüştür. Şirince’yi keşfeden Turizm ve Seyahat Acentaları, Efes-Meryem ana – Şirince olarak “İnanç Turizmi” programlarına dahil edildi. Bununla beraber pansiyonculuk ve ticarette büyük gelişmeler yaşanmaya başlandı. Şarapçılık ve zeytin yağları ve evlerde kadınların yaptığı gözlemelerle tüm Türkiye’ye ve Dünyaya adını duyurdu. 2000 yılında İsa’nın Doğumu münasebetiyle PAPA II.JAN PAUL Efes-Meryem Ana ve ŞİRİNCE’YE uğradı.
1992 ----- “Aya Dimitriou Kilisesi” kapılar çalınmıştı.
1995 ----Hemen yakının da Efes Antik Kent ve Meryem ana kutsal Bölgesi olması sebebi ile Liman kent Kuşadası’ndan gelen turistler için, Efes ve Meryem ana ile birlikte kutsal yerler ve tarihi –kültürel yerler gezi programına girmiştir.
Mart 1997---- Başlayan kazı çalışmalarında Efes müzesi arkeolog ve çalışanları tarafından kilisenin çatısı iskeleye alındı. 25 mart 2000 tarihinde kazılar yarım kaldı ve çatı hala iskelede koruma altında bulunmakta (23 ekim 2001.),(17 mayıs 2004).
1999----- Şarap fabrikası açılarak Fabrikasyon şarap yapılmaya başlandı.
2000-----Bağbozumu Festivali, Üzüm Festivali, Şeftali Festivali, Şarap Festivali olarak geleneksel hale getirilecek festivaller düzenlenmeye başlandı.
2001-----Bir çok Yunan Seyahat Acentası tarafından düzenlenen “Küçük Asya’daki Yedi Kilise” Gezi Programı içerisinde bulunan Şirince köyündeki Vaftizci Yahya Kilisesi ve Aya Dimitriou Kilisesinde Katolik Rumlar tarafından Ayinler düzenlenmeye başlandı.
Haziran 2001----- TÜRK-YUNAN DOSTLUĞU adına YUNAN DIŞ İŞLERİ BAKANI YORGO PAPANDIREU ve TÜRKİYE DIŞ İŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM Şirince’ye gelerek dostluk adına Türkiye ve Yunanistan için girişimlerde bulundular.
I. İSMİNE İLİŞKİN ANLATILANLAR
Şirince köyü ünlü “KİEPERT” haritalarında “– Kyrkindje, -Kirrkindsche, -Kirkidje, -Kırkıca, -Kırkınca” olarak görülmektedir. 1921 tarihinde basılmış bir Osmanlıca Tarih kitabında “Kırkınca” olarak gösterilmektedir.
Şirince’nin günümüzde yeni duyulmaya başlamasının nedeni köyün gizlenerek yaşamış olmasıdır. Yıllarca varlığını gizlemek için ismine “ÇİRKİNCE” denilmiş.
Aya sulukta ve İzmir’de ismine ilişkin anlatılanlardan belli başlıları;
“ Aydın oğulları döneminde bir grup Rum azad edilmiş. Bunlar 40 kişi imiş. Bir başka grup Rum ise ayrı ayrı yerlere azad edilmiş. Ayvalık, Kuşadası, İzmir ve diğer kıyı kentlerine yerleştirilmiş. Bu azad edilen gruplardan biri bir dağın tepesinde yer bulmuşlar ve buraya yerleşmişler. Kendilerine ev yapmışlar. Bağcılıkla, zeytincilikle, incircilikle , susamcılıkla ve hayvancılıkla uğraşmışlar. Bu yeri adeta bir cennet haline getirmişler...
Tabii bu köye bir isim bulunması gerektiğini düşünmüşler. 40 kişi olduklarından “Kırkıca veya Kırkınca” olarak isim koymuşlar. Daha sonra köylerinin bir cennete benzediğini anlamışlar ve dışarıdan başka kimse gelmemesi için köyün ismini değiştirmişler. Kırkınca olan köyün ismi “ÇİRKİNCE” olmuş. Çirkince ismi uzun yıllar devam etmiş.
Çirkinceliler bu isimle yıllarca huzurlu, rahat, kendi kendilerini yöneterek cennetteymişler gibi Osmanlı İmparatorluğu himayesi altında yaşamışlar...
Bir çok savaş ve sıkıntılar atlatmışlar. En önemlisi Mübadeleyi yaşamış, nüfusu Türk olmuş. (*Bak. TÜRK – RUM MÜBADELESİ) Ta ki dönemin İzmir Valisi KAZIM DİRİK PAŞA tesadüfen köyü ziyaretine kadar sürmüş. Vali Bey Çirkince’yi dolaşmış. Köyün sıkıntılarını dinlemiş. Köyü ve köy halkını çok beğenmiş. Ve Çirkince’den ayrılacağı esnada şöyle demiş;
-“-Bu köyün ismi, ÇİRKİNCE....Bu güzel ve şirin köyün ismi Çirkince olmamalı.... Bundan sonra bu köyün ismi “ŞİRİNCE” olsun....”
VALİ KAZIM DİRİK PAŞA' nın verdiği bu emirden sonra Çirkince’nin ismi o günden sonra “ŞİRİNCE” olarak kalmış..”.* bak. XX .KAZIM DİRİK PAŞA
Sonu “-ce” ile biten yer adlarına bakacak olursak Batı Anadolu’da çok sayıda olduklarını görürüz.
Dido Sotiriou bile romanında bir çok köyden bahseder. Bunlardan bazıları ; Kuyumcu, Güzelce köy, Dibekçi köyü, Göllüce gibi. Kuyumcu köyü , Şirince köyünü kuranlar gibi azad edilmiş bir grup Rum tarafından kurulmuştur. Bunlar pamuk kölesi zencileridir. Şuanda bile pamuk işçisi olarak yaşamaktadırlar. Ve nüfuslarının neredeyse tamamı zencidir.
-“Ama kölelikten sonra özgürlükte de sefil bir hayat sürdürmektedirler.”
Selçuk’un kuzeyinde, Menderesin öte yakasındadır. Sonu “-ce” ile biten bir başka köy ise “Güzelce köy”. Dido Sotiriou romanında bu köyden de bahsetmekte. Bahsetmekte ama aynı Kırkıcalıların yaptıkları gibi onlarda isimleri değiştirdiler herhalde ki şu anda bu köyün nerede olduğu bilinmemekte.
*bak.XIX.DİDO SOTİRİOU
II- KURULUŞUNA AİT VARSAYIMLAR:
Şirince köyünün eski kaynaklarda “DAĞDAKİ EFES” adı ile anılması, bu köyün köklü bir geçmişe sahip olduğunu gösteriyor.
I .) . Fazla kaynak olmamasına karşın bulunan kalıntılara göre; İsa’dan sonra V. Yüzyıla kadar inen Şirince (o zaman ki adıyla Kırkınca) Köyü, Küçük Menderes nehrinin getirdiği alüvyonlar ve taşkın sular nedeniyle Efes ve *[1]Artemision bölgesinin yaşanmaz hale gelmesiyle terk edilmesi sonucu kurulmuş bir yerleşmedir.
II.). Somut , yazılı belgelerle ispatlanan kuruluşu Beylikler Dönemine dayalıdır.
Derebeyinin yanında çalışan Rum işçilerin bu bölgeye azad edilmesi sonucu kurulmuştur.
Somut kaynaklardan araştırılıp incelenen bilgilere göre;
III. TARİHÇESİ ve YÖNETİMİ
Türklerin yöreye gelmeleri, Ayasuluk’u merkez edinmeleri (Aydın oğulları Beyliği) sırasında (1299-1699) birtakım kayıtlar Çirkince’nin 16.yüzyılda varlığını gösteriyor. ANKARA TAPU ve KADASTRO Genel Müdürlüğü arşivindeki 571 nolu ve 1583 tarihli
AYDIN VAKIF DEFTERİNDE “ÇİRKİNCE” olarak ismi geçmektedir.
-Nahiye merkezi;Çirkince
-Çevresindeki.köyler;Vakıf.Arazileri olarak gösterilmekte.
-Bu köyler; Ezine, Kızılca, Ulucak ve Turgut. Ve buralarda bulunan araziler.
Bu defterdeki listede vakıf edilen köyler ve arazilerle beraber:- “Merhum İSA BEY” tarafından vakfedilmiştir.- ibaresi olarak belirtilmiştir.
Belirtilen bu yerler Çirkince olarak alınmış ve Çirkince’ye bağlı Karyeler (köyler) imiş.
-Merhum İsa Bey: Aydın oğlu İSA BEY ‘dir. En büyük eseri Selçuk’taki İSA BEY CAMİİ’ dir. 1376 yılında yapılmıştır.
1425-1426 yılında Aydın oğlu Cüneyt’in öldürülmesi ile bölgenin tamamı Osmanlı İmparatorluğuna geçmiştir.
Çirkince’ye bir gezi günlüğü vardır. Bu günlük; 12 eylül 1698 tarihi ile 10 şubat1702 tarihleri arasında bölgeye gelen , İzmirli ve bir şirket sahibi , eski papaz ve saygın bir bilgin olan EDMUND D.CHİSHULL’ UN yazdığı günlüktür.
Günlüğe göre:
-Halkın tümü HIRİSTİYAN ve EFES-AYASULUK çevresinde tek konaklanacak yer (kendi yazış tarzıyla) “KİRKİNCE” köyüdür.
Şirince 19.yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu yönetimi altında Rum ve Hıristiyan nüfustan olduğunu gösteren bir başka belge daha bulunmaktadır. Fakat bu belgede isim farklıdır. Belgeye göre;
-“Aydın vilayetinin İzmir sancağı olan Kuşadası kazasına bağlıydı.
Çirkince’de meydana gelen tüm adli olaylar, tüm resmi işlemler KUŞADASI ADLİYE BİNASI’NDA yapılırdı. 1800 haneli idi. Resmi dil Türkçe idi. Nüfus Rum ve Hristiyandı. Halk kendi içinde Rumca konuşmakta idi. Ayrıca hükümete vergi ödeyen bir köydür...”
-Yörenin nüfusunu belirlemek için ; MÜDAFA-İ HUKUK-İ OSMANİYE CEMİYETİ’NİN 17 mart 1919 tarihinde İzmir de yayınladığı bildiriye göre;
-Aydın Vilayetinin, İzmir Sancağı Kuşadası kazasının; 11.100 Müslüman Türk
9.000 Hıristiyan Rum
79 Ermeni
154 Yahudi
----------------------------
20.414 Nüfus
-Bu nüfus dağılımına bakacak olursak, sonuç olarak, Şirince’nin tüm malı ve hukuki işlemleri Kuşadası kazasına bağlı olduğu için Kuşadası nüfusuna ilave edilirdi.
Bir kaynağa göre; - “ Bizim köyde Çirkince’de karakoldaki jandarmalardan başka Türk yoktu... 6000 Rum Hıristiyan yaşıyordu....”
PANAYOTA HASIRCININ babasının annesinin ağzından dinledikleri
Mübadele İnsanı / KEMAL YALÇIN
Sayfa 1
Bu kaynakta belirtilen ve Müdafaa-i Hukuki Osmaniye Cemiyetinden çıkardığımız özete göre ;
6000 Rum Şirince’de yaşamakta idi. Türk nüfus dışardan işçi olarak gelmekte . Geçici nüfusu teşkil etmekteydi.
1930 yılında 80.000 Türk ve 20.000 Rum nüfus içerdiği tahmin edilen İzmir şehri, otuz yıl sonrasına kadar bu oran tam tersine çevrilmiş, Rumların sayısı 75.000’e çıkarken, Türklerin nüfusu ise 41.000’e düşmüş.
19. yüzyılın bitiminde ise Küçük Asya’daki Rum varlığı bir milyonun üzerinde bir insan topluluğuna yükselmiştir.
Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Arşivinde (83/337) , 4 Kasım 1870 tarihli bir kaynakta ise; “28 Temmuz 1860 tarihinde İzmir’de yaklaşık 25.000 “Helen” yada “Yunan Krallığı” vatandaşı bulunduğu tahmin ediliyor. Osmanlı İmparatorluğu topraklarında doğup, Yunan Pasaportu elde etmiş Rumlar, bu sayıya dahildir.”
“İmparatorluğun yıkılma dönemlerinde Rum nüfus, İzmir ve Bursa, Çanakkale şehirlerinde dolup taşarken , İzmir’e yakın üç kasaba ( Çeşme,Urla ve Seferihisar) On dokuzuncu yüzyılın sonuna kadar Türk unsuru Rum nüfus karşısında azaldığı belirtiliyor”.
KEMAL KARPAT,1985. SAYFA 47
Ayrıca Rum yerleşim bölgelerini kısaca özetleyen bir gezgin ve yazar olan Ubicini, 1856 (2. cilt, sayfa 171) Anadolu’daki Rum yerleşim modeli;
“Rum ahalisinin, “Köyleri”, deniz kıyısından içerilere doğru bir-iki günlük yolun ötesinde (yürüyerek) de bulunabiliyordu. Smyrna ve Kuşadası Limanlarına yakın Kirkince Köyü, bu köylerden biridir.”
1857 tarihinde yazılmış bir elyazmasında vergiler hakkında şöyle bilgi verilmiş:
“Hükümete bir takım vergilere yani “Cizye” ve senelik olarak ödenen “Salhane” ilaveten başka bir takım vergilerde ödeniyor. Ödemek zorundadırlar. Dut bahçeleri, Üzüm bağları, incir bahçeleri ve tüm diğer ekilebilir alanlar için “Öşür Vergisi” ödeme zorunluluğu var. Bunun yanında , köydeki her hane belli bir vergi ödemekle de yükümlüdür. Şarap üretenler ise direkt olarak bir vergi ödemekle yükümlüdür. Şaraplarını yakın limanlara ihraç malı olarak sattıkları takdirde %6 vergi ödemektedir. Şarap ve diğer ürünleri pazara götürülmesi halinde ise; Taşınan malların % 2,5’i değerinde bir “Gümrük Geçiş Vergisi” ödemekte.
Bu vergileri toplamaktan ilk önce Rum Patriği sorumludur. Patrikhanenin hazinesinde toplanan vergiler, hazine memurları ile birlikte, Maliye Nezaretine bağlı memurlar tarafından hükümete testim ediliyordu.”
1857, Mac Farlane , (el yazması) cilt 1, dosya 157.
YAKIN TARİHİ (HARAKETLENMELER BAŞLIYOR);
1910 yılına kadar Rum nüfusla Osmanlı hükümetine vergi ödeyerek kapalı bir köy hüviyetinde yaşamışlar. Ve bu zamana kadar sakin bir hayat sürdüren Şirinceli, Yunanistan’dan sürülen göçmenlerin kışkırtmalarıyla hareketlenmeye başladılar. Balkan savaşları sırasında Osmanlı İmparatorluğuna karşı direnişlerde bulundular.
1914 yılında I.Dünya Savaşı , Anadolu’da kendisini şiddetle gösterir. Osmanlı Hükümeti köyün gençlerini “AMELE TABURU” denilen özel çalışma birliklerine kaydeder.
Ancak buradan kaçanlar ya dağlarda çetecilik yaparak yada Yunanistan’a sığınarak direnişte bulundular. 1918 yılında Antlaşma yapılmasıyla Çirkincelilerden sağ kalanlar köylerine geri döndüler.
DİDO SOTİRİOU romanında Amele Taburundan şöyle bahsediyor;
-“ 1915 Ocak ayında askere alındılar. 70 kadar acemi er adayı idiler. Kuşadası’na gittiler. Kütüğe işlendikten sonra hazırlık için köye geri döndüler. 2-3 gün sonrada Amele Taburu için Ankara’ya doğru yola koyuldular. Durumu kesinleşen Kur’a Erlerinin çoğu, kolayı kaçmakta buldu.
DİDO İki nedenden dolayı askere gitmeyi seçmiş; “ ya gizlenecek (bunun ne demek olduğunu görmüş) yada zorla Amele Taburuna .” Yani bu iki beladan birisini seçmesi lazımmış. Gizlenmek yani kaçmak her akşam kapıya tekmeler inmesi demekti. Yersiz yurtsuz, bir sığınak bulabilmek için oradan oraya sürünmek. Diri diri gömülmüş yada boğazına kadar batmış olmak demekti; kaçmak. Bin kat daha iyiydi bundan Amele Taburları...! Orada hiç olmazsa,ölüme karşı ayakta , gün ışığında ve yiğitçe mücadele etmek mümkündü!”
15 mayıs 1919 tarihinde Yunanistan işgal amacı ile İzmir’e çıkartma yaptı. Çirkince halkı kendini Yunanlı kabul ederek büyük bir coşkuyla karşılar.Gönüllü olarak Yunan ordusuna yazılanlar bile oldu. Yazılmak için İzmir’e kadar gittiler. Urla, Kokluca, Bornova ve Kuşadası’ndan gelerek toplanan gönüllü askerlerin başına Yunanlı subaylar verilerek bağımsız alaylar kurulmuş. Amaçları ; diğer müttefiklerle birlikte Anadolu’yu paylaşmaktı. Ve bu konuda Sevr antlaşması onlar için en büyük güven kaynağı idi.
Bu sırada da Türk köylerindeki Türkler Yunanlıların geldiğini ve Rumların silahlandığını işitir işitmez, evlerini ve tarlalarını bırakıp, Söke ve Kuşadası’na göç etmişler.Çirkince deki Rumlar ise çiçekler gibi açmışlar sevinçlerinden.En güzel elbiselerini giymiş sokakları defne yaprakları süslemişler sokaklara halılar sermişler.Askerlerin üzerine serpmek için gülsuyu ve pirinç hazırlamışlar.Gizlice dikip hazırladıkları Yunan bayraklarını , evlerine ve sokaklara asmışlar, kadınlar.Genç yaşlı , çoluk çocuk herkes alınlarını toprağa koyarak ağlamışlar.Göz yaşları içinde dua ederek mırıldanmışlar.Papazların ortasında, [2]*Kosmalar ,Aya Dimitri İkonasını tutarak köyün çevresinde dolaşmışlar.Sabahlara kadar meydanda, ateşte koyunlar kızartılmış.Şarap fıçıları ardı ardına açılıp içilmiş.Yunan türküleri söyleyerek eğlenmişler.
Ancak .Türk Kurtuluş Savaşını noktalayan 22 Ağustos 1922 tarihinde Büyük Taarruz Zaferi ve hemen ardından 7 Eylül Kuşadası,8 Eylül Selçuk ve 9 Eylül İzmir düşman işgalinden kurtulmuş.Daha sonra Çirkince de Rumlar ve diğer Rum köylülerinin çoğu Yunanistan’a göç etmişler.
Böylece Çirkince,birkaç yaşlısı ile ıssız bir köy hüviyetine girer.Ta ki 1924 göçmen mübadelesi ile Yunanistan Çirkince’ye yerleştirilenlerle köy yeniden canlanmaya başlar.
Cumhuriyetin ilanı ile birlikte gelişen Aya suluk ve çevresi “AKINCILAR” adıyla ilçe merkezi yapılınca Çirkince yeniden İzmir’e bağlı “Akıncılar” ilçesinin köyü konumuna geldi. Bu kez 1927 yılında Selçuk ve Kuşadası ilçelerini kapsayan bir merkez olmuştur.
Çirkince 1957 tarihinde İzmir’e bağlanmış. Kuşadası ise Aydın iline bağlanmıştır.
Bu arada Çirkince’nin ismi dönemin İzmir Valisi Kazım Dirik Paşa tarafından “ŞİRİNCE” olarak değiştirilmiştir. 1977 de Toprak –İskanı olmuştur.
1990 başlarında Şirince için altın yıllar geri dönmüştür. Şirince’yi keşfeden Turizm ve Seyahat Acentaları , Efes-Meryem ana –Şirince olarak “İnanç Turizmi” programlarına dahil edildi. Bununla beraber pansiyonculuk ve ticarette büyük gelişmeler yaşanmaya başlandı. Şarapçılık ve zeytin yağları ve evlerde kadınların yaptığı gözlemelerle tüm Türkiye’ye ve Dünyaya adını duyurdu.
Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden birisi haline gelen Şirince, her gün yüzlerce yerli ve yabancı turiste ev sahipliği yapıyor. 7'den 70'e herkesin bir şeyler sattığı köyde, “ANTİQUE DE SCALANOVA” SİNCE 1975 isimli mağaza, Giritli Baba ve Oğul’unun “KIRİTİKOS MASTORAS” antikacı dükkanın dışında köy halkının da sokak aralarına açtığı tezgahlarda en çok ev yapımı şarap, zeytinyağı ve elişleri, danteller ziyaretçilerin beğenisine sunuluyor.
Her yıl, ekim ayının 14. gününde “ Şirince Bağbozumu ve Şarap Festivali” köylünün ve şirince esnafının katkılarıyla düzenlenmektedir
Dünya basınından:
“MAINICHI SHIMBUN”
TÜRK-YUNAN SÜRTÜŞMESİNİN TARİHİNİ ANLATAN "GÜZEL KÖY" ŞİRİNCE
TOKYO, 19/06(BYE)---
Tirajı günde 1 milyon 700 bin olan Mainichi Shimbun gazetesinin 18.06.2001 tarihli akşam sayısında, yukarıdaki başlık altında ve Hideyuki Nishio imzasıyla yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:
-“Ege Denizi'ne bakan Efes harabelerinden iç tarafa doğru 30 dakika süren otobüs yolculuğuyla ulaşılıyor Şirince köyüne. Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma birçok binanın bulunduğu bu köyde, 100 yıl öncesinin Türkiye'si hissediliyor.
Yaklaşık 20 yıldır köyü turistik koruma alanı kapsamına alan yerel yönetim, eski binalarIn restorasyonu ve yeni bina yapımını sınırlayarak köyün korunmasına çalışıyor. Köylülerin yaşadıkları evleri ziyaret etmek ve yaşam biçimlerini gözleyebilmek harika bir şey. İki yanı beyaz duvarlı evlerin dizili olduğu taşlı dar yoldan yürüyerek köyün merkezine ilerliyoruz. Merkezde bir cami var. Yüz metre uzunluğundaki ana cadde üzerinde yiyecek ve turistik eşya satan dükkanlar ve bir kahvehane bulunuyor.
Şirince, Türkçe'de şirin ve güzel anlamına geliyor. "Böylesine güzel bir köyde yaşamaktan gurur duyuyorum" diyor, kahvehanede çayını yudumlayan bir bey ve sözlerini köyün tarihini anlatarak şöyle sürdürüyor: "Aslında bu köyde Yunanlılar yaşıyordu. 1920'deki savaştan sonra Türklerle Yunanlılar arasındaki mübadele ile Yunanistan'da yaşayan Türkler bu köye taşındılar. Benim ailem de Yunanistan'ın doğusundan geldi." Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi'ndeki adalar sorunu nedeniyle uzun süre sürtüşme yaşandı. 1999 yılında Türkiye'de meydana gelen büyük deprem, iki ülke arasındaki gerginliği azalttı. Bu köyün tarihi, aynı zamanda iki ülke ilişkilerinin de tarihidir.”
Şirince Fransız Sineması'nda…
1966 yılında çevirdiği "Un Homme Et Une Femme (Bir Erkek Bir Kadın)" filmi ile bir çok ödül alan ünlü Fransız yönetmen Cladue Lelouche Selçuk'un Şirince köyünde çekim yaptı.
Basında ve Şirince’yi ziyarete gelenlerin en çok merak ettiği Şirince'deki “SİT” ve “NİŞANYAN” kavgası Meclis'in gündeminde…23-10-2001
'SİT alanını işgal' iddialarıyla başlayan ve devam eden olay, Meclis İnsan Hakları Komisyonu'nun da gündemine girmişti.
Dünyanın savaşa odaklandığı günlerde, Şirince köyünde bambaşka bir konu tartışılıyordu Geçmişte bir Rum köyü olan ve her yanı buram buram tarih kokan Şirince, Müjde ve Sevan Nişanyan çiftinin isimleri ile bir anda ülke gündemine taşındı. Sevan Nişanyan'ın SİT alanına inşaat yapmak ve evinde kaçak tarihi eser bulundurmak suçundan Selçuk Cezaevi'ne konulması üzerine bütün gözler Şirince'ye çevrildi. Daha sonra başta Meclis İnsan Hakları Komisyonu ve Şirinceliler olmak üzere pek çok kişi, Sevan Nişanyan'ın bir haksızlığa kurban gidip gitmediğini tartıştılar.
Nişanyanlar'ın Şirince macerası ise Müjde Hanım'ın köye yaptığı bir ziyaret sonrası başlıyor. 1981 yılında köye gelen Müjde Hanım çok sevdiği bu beldeye yerleşmeye kara verir ve 1986 yılında yıkık-dökük bir köy evini satın alır. Bu sırada Sevan Nişanyan ile evlenen Müjde Hanım, eşine de Şirince'yi sevdirir ve bu köyde yaşamaya karar verirler. Fakat tüm bunlar olurken, Şirince İzmir Anıtlar Kurulu tarafından 1984 yılında Kentsel SİT alanı ilan edilmiştir. Buna göre köye bir çivi bile çakılması Rölöve ve Anıtlar Yüksek Kurulu'nun iznini gerektiriyordu.
Önce yerleşecekleri evin bahçesinde yaptıkları kazılarda Nişanyan çifti bazı tarihi eserler bulur. Eserler için Efes Müze Müdürlüğü'ne müracaat ettiğini belirten Müjde Hanım, kendisine bir türlü belge verilmediğinin altını çiziyor. 1997 yılında Nişanyanlar bazı harabeye dönmüş köy evlerini pansiyon haline getirip turizmin hizmetine sokabilmek için Anıtlar Kurulu'na müracaat ederler; ancak gerekli izin bir türlü çıkmaz. Fakat Sevan Nişanyan izin olmamasına rağmen inşaatlarını sürdürür.
Bir haberle hayatları değişti
Her şey yolunda giderken Şirince köyü çevresinde yapılaşma için bir kooperatif kurulduğu haberi gelir. Nişanyanlar o sitenin kurulmasını diğerlerine emsal teşkil edeceği ve beldenin bir beton yığınına dönüşeceği endişesi ile bir gazeteye "Şirince'ye kıymayın" şeklinde feryatlarını dile getirirler. İşte bütün öykü burada başlar. Cumhuriyet gazetesinde çıkan küçük bir haberle Ankara'dan Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan müfettişler gelerek beldeyi incelemeye alır ve bütün Şirince, doğal SİT alanı ilan edilir. Kooperatif çalışması da iptal edilir.
Müjde Nişanyan'ın iddiasına göre, Efes'in 23 yıldır makamında oturan Müze Müdürü Selahattin Erdemgil, kooperatif işinin olmasını çok istemektedir. Hatta bu konuyu Nişanyanlar ile de paylaşmıştır. Ancak kooperatif iptal edilince Erdemgil, yine Müjde Hanım'a göre, Nişanyanlar'ın aleyhinde olur. İlk darbe de Erdemgil'in bir türlü ruhsat vermediği tarihi eserlerden gelir. Sevan Nişanyan' a kooperatif olayından bir ay sonra evinde kaçak tarihi eser bulundurmaktan ilk dava açılır. Yıkılmış binayı tamir ettikleri için haklarında hemen tutanak tutulur. Nişanyanlar hakkındaki dava sayısı artık 9'u bulmuştur. Bunların bir kısmı tecil edilir, bir kısmı halen sürmekte ve evinde kaçak tarihi eser bulundurmaktan ise Sevan Nişanyan suçlu bulunur ve 2 yıl hapis cezası alır. Cezası Yargıtay'da onaylanan
Sevan Nişanyan Selçuk Cezaevi’ne girer.
Sevan Nişanyan için cezaevi sürecini başladığı günlerde çiftin avukatlığını üstlenen Ankara Barosu'ndan Mehmet Kaya'nın aklına, mahkumiyeti getiren SİT haritasına bakmak gelir. Sözü edilen haritada Nişanyanlar'ın mahkum olduğu inşaatın bulunduğu bölge SİT alanı dışında görünmektedir. Duruma hemen itiraz edilir. Geçtiğimiz 8 Ağustos'ta harita noktasındaki itirazlar Anıtlar Kurulu'na ulaşınca, 13 Ağustos'ta yani 6 gün içinde Nişanyanlar'ın evini de içine alan ve sadece Şirince'yi değil, Selçuk ilçesini de kapsayan yeni SİT haritası hazır hale getirilir. Müjde Hanım'a göre tam 17 yıldır değişmeyen harita jet hızıyla değişmiştir.
'Görevimi yaptım'
Efes Müze Müdürü Selahattin Erdemgil ise, Müjde Nişanyan'ın kooperatif konusundaki iddialarını reddediyor. Kooperatifle bir ilgisi olmadığını ve bölgenin SİT ilan edilmesi ile tarihi eser talanını önlediğini kaydeden Erdemgil, iddiaların aksine köyde sadece Nişanyanlar'ın değil, 6 köylünün daha SİT alanına inşaattan mahkemelik olduğunu vurguluyor. Şirince'nin yaşayan bir köy olduğunun altını çizen Erdemgil, çatı tamiri, duvar tamiri gibi noktalarda gerekli izinleri verdiklerini de vurguluyor. Erdemgil, "Nişanyanlar'ın yaptıkları inşaatlarda köyün tüzel kişiliğine ait arazilere de tecavüz var. Burada biz görevimizi yaparak onlara müdahale ettik yoksa biz suçlu olurduk." diyor. Erdemgil ayrıca Nişanyanlar'ın bahçelerinde ortaya çıkan tarihi mezar taşları ile ilgili olarak kendilerine herhangi bir müracaatta bulunmadıklarını da savundu
Şirince Köyü Muhtarı Ali Vurmazdere Sevan Nişanyan'ı kaçak yapılar konusunda defalarca uyarmalarına rağmen, kendilerini dikkate almadığını ifade ediyor. SİT alanı dışında Nişanyan'ın köyün tüzel kişiliğine ait araziye de bina yaptığını savunan Muhtar Vurmazdere, Nişanyanlar dışında köyde Ayşe Uygur ve Keriman Ürgür'ün kaçak yapılarına da ceza verildiğini ve yıkım kararı alındığını kaydediyor.
Etnik sebep mi?
Bu arada Şirince'de yaşananlar sonunda Meclis İnsan Hakları Komisyonu'nun da dikkatini çekti. Gazetelerde yayınlanan haberleri ihbar kabul eden komisyonun başkan vekili Emre Kocaoğlu, geçtiğimiz hafta Şirince'de incelemelerde bulundu. Kocaoğlu'nun üzerinde durduğu, Sevan Nişanyan'ın tüm başına gelenlerin etnik kökeni ile ilgili olup olmaması. İddialara göre Müze Müdürü olay hakkında hazırladığı bir raporda Sevan Nişanyan'ın Ermeni kökenli olduğuna dikkati çekiyor! Olayda bazı bürokratların keyfi tavırları sonucu bir vatandaşın haksız yere hapse girdiği yönündeki iddiaları araştırdığını kaydeden Kocaoğlu, "Hiçbir devlet, memuru kendisine verilen yetkiyi keyfi kullanıp, sevmediklerini sindirme hakkına sahip değildir. Böyle bir durum varsa gereği yapılacaktır." şeklinde konuştu.
180 haneli küçük ve ismi gibi şirin bir belde olan Şirince'de başlayıp tüm Türkiye'de yankı bulan tarihi eser kurtarma operasyonunda şimdilik mağdur Sevan Nişanyan. Olayın hangi boyutlara taşınacağı ise Kültür Bakanlığı müfettişlerinin hazırlayacağı raporlar ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Emre Kocaoğlu'nun incelemeleri sonucunda ortaya çıkacak.
2001 yılının haziran ayında TÜRK-YUNAN DOSTLUĞU adına YUNAN DIŞ İŞLERİ BAKANI YORGO PAPANDIREU ve TÜRKİYE DIŞ İŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM Şirince’ye gelerek dostluk adına Türkiye ve Yunanistan için girişimlerde bulundular.
Basından - 13 Temmuz 2001 - Cumhuriyet
Efeste İsanın Aziz Pavlusu bulundu
Efes antik kenti yakınlarındaki Bülbül Dağı’nda üç yıl önce ortaya çıkarılan “Aziz Pavlus Mağarası”nda İsa’nın havarilerinden Aziz Pav-lus’un en eski resimlerinden biri bulundu. Hıristiyanlığın başlangıç dönemine ait bu en eski resimler arasında yer alan Aziz Pavlus, Meryem Ana ve Azize Theoklia’nın portrelerinin onarımına başlandı, mağaranın yakın tarihe kadar Hıristiyanların kutsal hac yeri olduğu belirlendi.
Papalığın kutsadığı Meryem Ana Evi de Bülbül Dağı’nda bulunuyor. Dağın denizden yaklaşık 80 metre yüksekliğindeki kuzey yamacında 1906 yılında belirlenen mağarada “Meryem Ana” ile ilgili olarak duvara “Saklı Tanrı Anası” için kutsal bir yer ve 1955’te “Paul hizmetkârınızın yardımı...” adlı gibilerden geç dönemlerde yazılmış yazılar bulunmuştur. 100 yılı aşkın bir süredir Efes’te kazı yapan Avusturya Arkeoloji Enstitüsü uzmanları 1996 yılında mağarayı yeniden incelemeye aldılar. 1998 yılında, mağaranın duvarları üzerinde çalışan restorasyon bölümünün başkanı Dr. Karl Herold sonradan yapılmış badananın altında bazı resimlerin bulunduğu saptadı.
Özel bir yöntemle badanayı kaldıran uzman, altında Aziz Pavlus, Meryem Ana ve Azize Theoklia’nın portreleri ile çeşitli yazıları ortaya çıkardı. Çeşitli kereler üst üste boyanmış duvarların 50 metrekarelik bölümündeki resimlerin yalnızca Anadolu dinler tarihi açısından değil uluslararası alanda da önem taşıdığı, dünyadaki en eski portreler arasından yer aldığı açıklandı. Bilindiği üzere Tarsuslu Aziz Pavlus, Hıristiyanlığı yaymak için İS 44-62 yılları arasında dört kez Roma’ya gitmiş, Anadolu üzerinden yaptığı bu gezilerde iki kez Efes’e uğramıştı. Çoktanrılı Efes’te Hıristiyanlığı yaymak için tektanrılı Yahudilerin sinagoglarında vaazlar verdiğinde kentte bazı ayaklanmalara neden olmuştur. Aziz Pavlus, 4. gidişinde Roma’da öldürülmüştü. Bu gezilerin bazılarında yanında yolculuk yapan Azize Theoklia ise daha sonra döndüğü Antakya’da ölmüştü. İS 6. yy’a tarihlenen bu resimlerde Aziz Pavlus ile Theoklia yan yana ilk kez görülüyor. 11. yüzyıla kadar çeşitli resim ve yazıların eklendiği “Aziz Pavlus Mağarası”nın Hıristiyanlığın yayılması arasında gizli bir tapınma alana olduğu anlaşılıyor.
Daha sonra küçük bir kiliseciğe çevrilen mağaranın Hıristiyanların kutsal hac yeri olduğu da saptandı.
Özellik Dido Sotiriu adlı Yunan yazarın “Benden Selam Olsun Anadolu’ya” adlı kitabında sözünü ettiği ve bugün önemli bir turistik merkez olan Şirinceli Hıristiyanların 1922 yılına değin bu sarp mağara–kilisede dinsel törenler düzenledikleri de biliniyor.
“NİŞANYAN EVLERİ”
Türkiye'nin En Güzel Küçük Otelleri kitabının yazarları Sevan ve Müjde Nişanyan'ın oteli, beş odalı bir köşk ile dört bağımsız köy evinden oluşuyor. Evler, Şirince'nin geleneksel Rum köy mimarisinin ruhuna sadık kalarak restore edildiler. Donanımda sadelik, sükunet, güzellik ve geleneğe saygı ilkeleri gözetildi. Büyük kentten bir süre uzaklaşmak isteyen insanlara, mükemmel bir huzur ortamı sunmak hedeflenmiş.Konfor bakımından Nişanyan Evleri, en zor beğenenleri memnun edecek nitelikte. Bol ve sıcak su, kışın merkezi ısıtma gibi temel hizmetlerde eksik yok. Ek olarak iyi bir kütüphane, geniş CD koleksiyonu, (bazen akortsuz da olsa) piyano ve internet bağlantısı konukların hizmetinde. Evlerin her birinde şömine, bir evde ise eski usul Türk hamamı var. Buna karşılık yüzme havuzu ve televizyon yok. ( Köy 400 metre rakımda ve yaz gecelerinde daima serin olduğu için, klimaya da gerek yok.)Kahvaltımız zengin. Akşam yemeğinde ise sınırlı fakat doyurucu bir menü ile Türkiye'nin çeşitli yerlerinden derlediği ilgi çekici birkaç şarap sunuyor.
www.nisanyan.com
[1] Artemision artemis ve civar için kullanılan gelen isim.
[2] KOSMA : Çoraplı,pantolonlu ve işlemeli bacak zırhı bulunan Yunan töre askeri
"ÇİRKİN İDİ ŞİRİNCE..."ŞİRİNCE KÖYÜ TARİHİ, COĞRAFYASI, YAPILARI, MİMARİSİ, HALKI, YAŞAM TARZLARI
UMUT ARABUL 2007 09-07-2011
Bu Blogda Ara
9 Temmuz 2011 Cumartesi
KİLİSE YÖNETİMİ VE İHTİYAR HEYETİ /// KİLİSELER /// MANASTIRLAR /// ETNOGRAFİK ESERLER /// HASTANE /// ESKİ OKUL /// KAHVE HANELER /// NALBANT ///
KİLİSE YÖNETİMİ ve İHTİYAR HEYETİ
Kilise yönetimi: Şirince de bilinen üç kilise , bir çokta manastır mevcuttur. Aşağı kilise AYADİMİTRİOS kilisesi ve Yukarı kilise denilen VAFTİZCİ YAHYA kilisesi üçüncü kilise olarak Şirince’nin kuzeydoğusunda yer olan ismi ve mimari yapısı belirsiz bir harabe durumunda kilise bulunur. Bu kiliselerin yönetimi; Merkezi Aydın Piskoposluğuydu. HELİOPOLİS / “GÜNEŞ KENTİ” adını taşıyan Piskoposluk bölgesi, Torbalı’dan Birgi’ye , Denizli’ye ve Fethiye’ye kadar uzanan Güneybatı Anadolu bölgesini kapsamakta idi.
Batı Anadolu Piskoposluk merkezi olan Efes; İzmir, Philadelphia , Alaşehir ve Heliopolis ile birlikte FENER RUM ORTADOKS PATRİKHANESİNE bağlı idi.
Köydeki Vaftizci Yahya Kilisesinin kapısının üzerindeki yazıtında; HELİOPOLİS PİSKOPOSLUĞUNA bağlı olduğunu belirtiyor.
İhtiyar heyeti: Piskoposluk bölgesinde olan Çirkince’de (o zaman ki ismi ile) görevli papazlar tarafından ve seçilmiş “yönetici” ve “ihtiyar heyeti” vardı.
Bu yönetime Rumlar: “Dimogerontia” demişler. Çok güçlü bir kurumdu. Üyeler genelde cemaatin en varlıklı mal sahibi kişilerinden oluşması ve bunların kendi halklarının yanı sıra, düşük düzey de olsa devlet otoritesinde hizmetlerde bulunanlarda vardı. Seçilmiş liderler hem dini hem de laik liderlerdi. Köyde olsun, kilisesi olurdu.
Cemaat içerisinde seçilmiş ihtiyar heyetleri arasından seçilmiş, başkanına “Muhtar” deniyordu. Muhtar , hükümet ile olan ilişkilerini yani bir değişle seçilmiş başkanlar, kendi halklarının meselelerini gidermek için, otorite sahibi olan Müslüman-Türk yönetimle, gereken kurallar ve yasalar dahilinde geçiniyordu.
Hatta Rum cemaati içinde muhtarlara “Çorbacı” denilmekteydi.
Muhtardan sonra gelen ihtiyar heyeti yabana atılmayacak nüfusu yalnızca düzenleyici yetkilerle, müdahaleci rollerden kaynaklanmıyordu.
Bu güç, bir yardan da cemaat meselelerinin idaresinin şu iki temel varsayımına dayanmasından ileri geliyordu:
1. Üyeler arasındaki çatışma yatıştırılmalı ve kontrolden çıkmasına izin verilmemeli; ve
2. Ortaya çıkan anlaşmazlıklar mümkünse dış güçlerin (devlet otoritelerin) müdahalesine fırsat vermeden grup içinde halledilmeliydi.
Dahası, nişanlanmalar, vasiyet, çeyizlerin karşılanması, evlenme ve boşanma gibi cemaat içinde gerçekleşen toplumsal etkinliklerin çoğu, inançla ilintili olduğundan papazlık bölgesi kurullarının sahip olduğu otoritede din adamları ağırlıklarını koyabiliyorlardı. İki kişi arasında yapılan anlaşmalarda ve resmi işlemlerde ihtiyar heyeti, yapılan işe resmi tanıklık yada resmi olarak onay verme yetkisi vardı.
Her hangi bir anlaşmazlık çıktığı taktirde,taraflara hakemlik yapma yetkisi vardı. Hiç anlaşamama gibi bir durum oluğu taktirde ise yüksek rütbeli kilise otoritelerine , yerel Müslüman Hukuk Alemine yani kadıya yada belediye mahkemesine başvuruyorlardı. Yani ihtiyar heyeti üyelerinin üç görevi vardı. Birincisi;cemaatin mali yükümlülüklerinin idaresi. İkincisi; yönetim meselelerinde devlet memurlarıyla ilişkiye geçilmesi. Üçüncüsü ise cemaat mülklerinin elde tutulması ve idaresi.
YUKARI KİLİSE “AYA DİMİTRİOU KİLİSESİ”
Köyün girişinde hemen sağda bir tepededir. Güneybatıda yer alır. Önünde revaklı bir kısım bulunmaktadır. Sütunlardan sadece 3 tanesi yerde yatık vaziyette durmaktadır. Yetkililerin ilgisizliği sonucu revaklı kısım çökmüştür. Yuvarlak kemer içinde bulunan ahşap giriş kapısı [1]Meander motifleri ile bezenmiştir. Kapının iki yanında revaklı kısma açılan iki pencere bulunmaktadır.
-“Şirince/Yukarı kilise Aya Dimitriou kilisesi KROKİSİ “
Kilise doğu-batı doğrultusunda uzanmaktadır. Girişin tam karşısında sütunlar üzerine oturmuş 9.50*4 metre ölçülerinde bir asma kat mevcuttur. Bu kısma dışardan kuzey cephesinde yer alan taş merdivenlerle çıkılmaktadır. Ancak günümüzde bu giriş kapatılmış ve sadece taş merdiven durmaktadır.
Kilise tabanı mermer döşemelidir. Burada çift başlı kartal ve rozet motifinin tasvir edildiği bir mermer blok bulunur. Üst örtü ise ahşap tonozdur. Tonoz üzeri alçı sıvalı olup yer yer dökülmüştür. Doğu tarafında (iç kısımlarda) 4 metre genişliğinde bir [2]Apsis vardır. Apsisin yeri Bizans mimarisi erken devri dışında daima doğu yönünde yer alır. Kilisede bulunan Apsis ortasında pencere mevcuttur. Yine bu Apsisin iki yanında birer niş bulunur.
Asma katı taşıyan ahşap sütunlu kısma iki basamaklı bir merdivenle çıkılmakta. Merdivenlerin Apsise uzaklığı 2 metredir. Asma katın alt kısmında , sütunun üzerindeki bölmelerde kısmen de olsa bozulmuş güzel bir ahşap işçilik dikkat çeker. Kuzey ve güney duvarında 1,35 metre genişliğinde yuvarlak kemerli karşılıklı üçer pencere bulunur. Üç pencerede[3] İkonastasis’e kadar sıralanıyor. İkonastasis, ahşap, kaba kestane kereste ile 12 direkle destekli bir biçimde yapılmıştır.
İkonastasisin arkasına kadınların geçmesi yasaktı. Arka kesimde rahipler dinsel ayinin servisini yaparlar. Kutsal ekmek ve su hazırlarlar. Tütsü ve şamdan gibi ayrıntılar arka kesimde yer alır. Dinsel tören sırasında hizmetliler bu nesneleri taşıyıp töreni oluştururlar.
-- “ ŞU AN Kİ GÖRÜNÜMÜ BATI GİŞİNDEN”
Her pencerenin üstünde ve arasında bulunan oval ve ahşap üstü alçılı çerçeveler bir zamanlar 12 havarinin resmini tanıtıyorlarmış, içlerine ikonalar asılarak.
Çatıyı örten çıta kafesler üstüne de sıva ve alçıdan yapılmış kabartmalı ve varaklı süslemeler yer alıyor. “kenger” , “Akantus” ve “ejderler” günümüze kalan bazı bezemeler.
Günümüzde kuzey kanatta ikinci pencere üstünde “ANDREAS” , üçüncü pencere üstünde “MARKOS”un adları ve resimleri durmaktadır. Güney kanatta ise üçüncü pencere üstünde “İOANNES” adlı yaşlı bir havarinin resmi vardır. Yapının doğusundaki içerlek yarım daire mihrap önünde olasılıkla bir kuyu var. Kilisenin hemen altında papazların evi olduğu anlaşılan bir ev bulunmaktadır. Bu ev günümüzde bir şahsın özel mülkiyetidir. Evden bu yapıya bir bağlantı vardır. Bağlantı kilisenin içinde mihrabın önündeki kuyudandır. 1997 tarihinde yapılan kazılarda tespit edilmiş olan bu bağlantı ev tarafındaki girişten ev sahibi tarafından kapatılmıştır. Mihrabın penceresi demir kafeslidir. Yapının dışına çıkılıp güneydoğusuna bakılırsa burası bir servis kapısıdır. Camii olarak kullanıldığı dönemde minareye çıkılan yükselti olarak görülebilir. Bir dönem camii olarak kullanılan bu kilise (yakın dönemde) revaklı bölümde (sütunlu asma katında) kadınlar kilise , alt bölümünde ise erkekler ibadet ederdi.
Kilisenin tabanında , İkonastasisin önünde bulunan bir taş;AYDINOĞLU döneminden kalma benzersiz bir eserdir. Kilisenin tabanı kireç taşı ve mermer döşemelidir. Ahşap kapılar Künde karidir. Kenarları pencere kapakları ile aynı motiflidir. Fakat 1992 yılında kapılar çalınmıştır.Bu kapılar şu anda Kuşadası’nda bir koleksiyoncuda alabileceği tahmin edilmekte. Koleksiyoncunun belgesi olmayan bir koleksiyoncu olduğu anlaşılmıştır.
Selçuk-Efes müzesinde koleksiyoncu kayıtlarında karşılaşmadık.
Bu kilisenin dayanıklılığı da tartışılır. Kilisenin ek binaları ve destek duvarları ise çalı çırpı ve toprak altındadır. Yalnız 1997 mart ayında başlayan kazı çalışmalarında Efes müzesi arkeolog ve çalışanları tarafından kilisenin çatısı iskeleye alındı. 25 mart 2000 tarihinde kazılar yarım kaldı ve çatı hala iskelede koruma altında bulunmakta. (27 Temmuz 2001 Cuma) ,( 17 Mayıs 2004).
Kilisenin etrafında bulunan arkeolojik eserler ise ; Bir kadına ait mezarı ve içinde gelinlik, Bir havuz, sütunlar , sütun başlıkları, cam parçaları ve çanak çömlek kalıntıları ve Selçuk – Efes Müzesinde bulunan eşi benzeri olmayan Aydın oğulları beyliğine ait bir çok eser bulunmuştur.
Kilisenin ününde Şirinceli kadınlar dantel ve şarap satıyor. Gelen ziyaretçiler Kilise ziyarete açık olmadığı için dışardan içeriye bakıyorlar...
-“Aya Dimitriou Kilisesinin eski fotoğrafı –Scalanova Antique’den” -1949
--” Vaftiz ediliş tasvirli fresk”
AŞAĞI KİLİSE “VAFTİZCİ YAHYA KİLİSESİ”
Günümüzde bir avlu içinde izlenen kilisenin tüm ayrıntıları saklı kalmış gibi.Yapılan restorasyonlar ve kazılar sonunda bu gizlilik kalktı. Avluda okul bulunmakta. Bu okul rahibelerin eğitildiği ve Selçuk ilçesine kadar olan bölgede bulunan kiliselere görev yapmak üzere yetiştirilen bir rahibe okulu idi.
- “VAFTİZCİ YAHYA KİLİSESİ”
Giriş avlu kapısının sağında bulunan depo yapısı ile yanındaki iki katlı bir konut kilisenin ek binası olarak kullanılmakta idi. Fakat günümüzde bu yapılar da özel mülkiyette olduğu için depo ve gözleme evi olarak kullanılmaktadır. Bu iki katlı yapının üst katı Vaftizci Yahya’nın odası olduğu belirlenmiştir.
İkinci kata yığma taşla yapılmış bir merdivenle çıkılıyor. Kapısının üstünde ise teneke bir levhaya yazılmış tabela bulunuyor. Kapının sağ tarafından odaya açılan bir kapı ve karşısında sofa yer alıyor. Odanın 4*5 metre ölçülerinde. Avluya getirilen su merdivenin altındaki koç boynuz işlemeli bir kurnadan ve avlunun tam ortasında bulunan mermer bir havuzla değerlendirilmiş. Günümüzde dilek havuzu yapılmış bir havuzdur. Avlunun tabanı kayrak,kireç taşı ve mermerle kaplıdır.
Kilisenin arkasından küçücük bir teras ve caddeye açılan merdivenli yol ve bir dükkan olduğu belirlenen kalıntı bulunmaktadır. Bu dükkan;DİDO SOTİRİOU’NUN romanında da bahsettiği “Şekerci TEODOROS’ un Dükkanı” idi.
Rum kulübüne ait bir dükkan daha olabileceği düşünülüyor.
Kilise doğudan bir terasla sınırlanırken batıda kendi duvarı ile evler arasında bir tür teraslama yapar. Kiliseye oturma düzeniyle birlikte oluşturulmuş bir sundurmadan giriliyor.
Kemerli kapının üzerinde kilisenin kuruluş yazıtı bulunuyor.Yazıt tamamı ile okunuyor.
Yazıtta:
“PEYGAMBER VE VAFTİZCİ YAHYA KİLİSESİ, HELİOPOLİSİN
KUTSAL RAHİBİNİN EMRİ İLE SİPHNOS’LU KALLİNİKOS LÜTFUYLA ÇOK SEVĞİLİ TANRISI İÇİN YAPILMIŞTIR.BURADAKİ VE ÇEVREDEKİ DİNDAR HIRİSTİYANLARIN ÇOK DEĞERLİ YARDIMLARIYLA YAPILMIŞTIR. -KİLİSE TAMAMLANDIKTAN SONRA YIKILDI. VE 1805
Yılı Eylül ayında büyük masraf ve çabalarla aynı zamanda tanrının yardımıyla yeni bir kilise inşa edildi.”
- Kuruluşuna ait yazıt “YAZIT”
-“Bahçesindeki,kurna”
Kilisenin yapıldıktan hemen yıkıldığı ve sonra yeniden yapıldığını belirtiyor.
30 yıl öncesine kadar oldukça sağlam durumda olan kilise, zaman içinde batı kısmındaki kubbe ve tonozlar yıkılarak harabeye dönmüştür. 1988 yılında Selçuk-Efes müzesi müdürlüğünce QUANTMAN FOUNDATION’ UN desteğiyle kazılara başlanmış ve içi tamamen temizlenmiş ve restore edilmiştir. Daha sonra paye ve taşıyıcı kubbeler ve tonozlar için sağlam bir alt yapı hazırlanmıştır. Yıkık durumdaki kubbelerden biri yapının daha iyi ışık alabilmesi için modern malzeme ile örtülmüş diğerleri ile aynı ve orijinaline uygun üstü kiremitle kaplanmıştır.
Tavan döşemesi ve batıdaki ahşap ara kat tamamlanmış ve giriş kısmı önünde yer alan ahşap çatı onarılmıştır.
-“ Duvarlardaki ve kubbelerdeki Fresk ve sıvalar koruma altına alınmıştır.”
- “Vaftizci Yahya Kilisesinin doğu duvarındaki, Niş”
-“Kilisenin pencerelerinin üstündeki Haç kabartmaları”
--“İsa Freskleri”
-VAFTİZCİ YAHYA KİLİSESİ
“İKONASTASİS”
- “VAFTİZCİ YAHYA KAPI GİRİŞİ”
-“Vaftizci Yahya KL. Çan Kulesi” - “Asma kattaki sandalye ve sıra”
-“Bahçesindeki havuz”
-“Kilise alt sokaktan bağlanan demir çift kanatlı giriş kapısı”
-“SÜTUN BAŞLIKLARI” “ROMA BİZANS VE RUM DÖNEMİ”
“1884 tarihli tabela”
“DİNİ EĞİTİM VEREN BİR OKULUN TABELASI”
III. KİLİSE
Şirince’nin 8 km. doğusunda yer alır. Harabe durumunda ne olduğu belirsiz bir çöküntüdür. Köyün III.Kilisesi olan bu mimari yapısı hakkında hiçbir yazılı belge bulunmamaktadır. Selçuk-Efes müzesinin arkeologlarının araştırmalarına göre kilise Geç dönem Bizans mimarisine aittir. 12. yüzyıldan kalmadır. Kilise özel bir arazi içinde yer almaktadır. Arazi sahiplerinin dedelerinin anlattıklarına göre Kilise; 3 katlı imiş.
Köylü bu kiliseye “manastır” diyor. Ama yapı kilisedir. Kilise olduğunu ispatlayan kalıntılar bulunmaktadır. Bunlar yapının batısındaki girişinde kapının üzerinde yer alan kuruluşuna ait kapı yazıtıdır. Fakat bu yazıt definciler tarafından kilisenin duvarından sökülerek çalınmıştır. Günümüzde sadece zemin kat ve çökme sonucu oluşan moloz ve bir kaçı sağlam kalabilmiş duvar bulunur.
Arazi sahibinin kilise yıkılmadan önceki halini bize kısaca şöyle anlattı:
-“Kilise 3 katlı idi. Zemin kat yeraltında idi. Duvarlarında havari resimleri vardı. Ve ikonalar yani İsa ve Meryem ananın resimleri vardı. Birinci katında giriş için çok büyük ahşap bir kapısı vardı. İçeriye girildiğinde her yeri mermer döşemeli bir koridor vardı. Duvarlarda sönmüş mumları olan nişler vardı. Oda oda yapılmış ve bu odalara giriş ortadan geçen koridorla sağlanıyordu. En arkada yani doğuda kapıdan içeriye girişte de görülen niş vardı. Bu koridor batıdan doğuya doğru ilerliyordu. Tavanı ise kubbe biçiminde idi. İçeriye yağmur yağdığı zaman 100-200 koyun- keçi sokabiliyorduk. Üçüncü katta ise hiçbir şey yoktu ve ikinci katın ortasında bulunan taş bir merdivenle çıkılıyordu. Tahminen üçüncü kat barınak olarak kullanmışlar. 40-45 yıl önce burası çöktü . Kilise yıkıntı ve harabe şekline- geldi.Çökme ile etrafa yayılan moloz ve büyük taşları dozer yardımı ile kilisenin içine boşalttık ve toprağı havalandırdık. Ama hala bu moloz boşaltılıp temizlense zemin kat görülebilir.Şimdi ise harabe durumundadır.Burası Kiliseydi demeye bin şahit ister...”
POMAK MUHARREM AMCA
“MERYEM ANA KİLİSESİ”
MANASTIRLAR
Günümüzde halen sağlam vaziyette ayaktadırlar. Tam olarak 10-12 adet manastır bulunmaktadır.Bunlar 11.,12.,13., yüzyıl geç dönem Bizans mimarisi yapılarıdır. Yaşını belirleyen kalıntılar manastırların çevresinde bulunan 800-900 yaşlarında olan çınar ve zeytin ağaçlarıdır.
Manastırların iç mekanları hep aynıdır. İki veya üç adet [4]“niş” bulunur. Kapı yanlarında ve pencere üstlerinde havalandırma amaçlı kullanılan delikler vardır. Genelde batı yönünde ahşap kapılı giriş, doğu yönünde [5]“Apsis” bulunur. Bizans mimarisi geç döneme aittir. Kuzey ve güney yönlerinde nişler ve pencereler bulunur. Doğuda bir apsis , batıda iki yanda yani giriş kapısının sağ ve sol tarafında ısınma amaçlı kullanılan ocaklar bulunmaktadır. Isınmak için başka bir teknik daha duvar içlerinde görülmektedir. Bu da kırmızı topraktan yapılmış pişmiş künklerdir. Ocaktan çıkan duman ve dolayısı ile sıcak hava bu künklerle duvar içlerinde dolaştırılarak bacalara ulaştırılır. Bununla hem ısınma sağlanır hem de çıkan dumanı bacadan dışarı atılır.
Tam ortada Ayin yapılırken şarap-ekmek ve şamdanların durduğu 100 x 50 cm ebatlarında ve yerden 1 metre yükseklikte mermerden yapılmış banko bulunur.
Çatı için genellikle çam iskelet kullanılmış. Çatı örtüsü olarak yine pişmiş kırmızı topraktan yapılmış oluklu kiremit kullanılmıştır. Tavan döşemesi yoktur. Genelde hepsi 40-50 metrekareyi aşmayan dinsel yapılardır.
Çevresinde çınar, kestane ve zeytin ağaçları vardır.
I.TİP Manastır
II.TİP Manastır
DİĞER KALINTILAR
ETNOGRAFİK ESERLER;
Yörede bulunan Etnografik eserleri inceleyecek olursak Geç Efes Dönemi, Roma, Bizans
Selçuklu , Yunan ve Osmanlı dönemine ait eserler bulunmuştur. Genelde Bizans,Roma ve Yunan ile birlikte Osmanlı dönemine ait eserler Şirince ve çevresinde bulunmuş. Geç Dönem Efes ve Selçuklu Dönemlerine ait eserler ise Selçuk ilçesi ile Şirince Köyü arasında kalan Boğaz denilen bölgede bulunmuştur. Buluntular genelde: pişmiş topraktan yapılmış Yağ Kandilleri, Ekmek damgaları, Şarap ve Yağ Amforaları. Bronzdan pirinçten yapılmış Ay Üzengileri, Buhurdanlıklar, Havanlar, Şamdanlar. Gümüş ve Altından Sikkelerdir.
Bu eserlerin bazıları özel koleksiyoncularda bazıları ise Selçuk Efes Müzesi arşivinde korunmaktadır.
Şirince’de ve civarında bulunan eserlerden bazıları şunlardır:
EN ESKİ BULUNTU MÖ. 3500-4000 yıllarına ait “UGNATERYUM”
MÖ. 3500-4000 “ “ “AQUATERYUM”dur.
Daha yakın dönemlere ait etnografik eserler ise ;
“Ekmek damgaları”-Bronz-Bizans dönemi-Üzeri “YORGO” yazılı
Kandil, üzengi, amfora,
Bizans ve Roma sikkeler,
Havanlar,buhurdanlık” 17.,18. ve 19.yüzyıl
“Üzengi , Kapı tokmakları ve Çan” 17. ve 18. yüzyıl
”Şarap Amforası,Roma ve Bizans sütun başlıkları”
“1884 tarihli bir tabela,yunanca yazılı”, Tire’den gelmiş bir okul tabelası...
“Antique de Scalanova"
Koleksiyonundan
İstihlas Mahallesindeki bir ev.
HASTANE
İlk önce bu yapıyı mimari bakımdan incelemek gerekir. Malzeme ve teknik bakımdan köydeki sivil mimarlık örneklerinden ayrılmaktadır.
Önce cephe bodrum hariç iki katlıdır. Tüm cepheler sıvalı olduğundan inşaat malzemesi belli olmamaktadır. Fakat oldukça kaliteli bir işçilikle moloz örgü olduğu ve aralarda ahşap hatılların kullanıldığı izlenimini vermektedir.
Diğer yapılarda olduğu gibi bu yapıda da ön cepheye özen gösterilmiştir.Bina kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen bir plana sahip.Binanın girişi doğu cephesindedir.
Beş mermer basamaklı bir merdivenle çıkılır. Binanın girişi dikdörtgen bir niş içindedir. Merdivenlerin iki yanında bodruma açılan kapılar bulunur. Girişin sol tarafında bir, sağ tarafında iki ahşap söveli pencere bulunmaktadır.
İkinci katta girişin tam üzerinde bir balkon mevcuttur. Bu katta da alt kattaki
“ Hastane” İSTİKLAL M. NO:135
pencerelerin tam üstünde ve aynı tip birer pencere yer almaktadır.
Tüm pencerelerin üzerinde ve aynı tipte profili olan saçaklar mevcuttur. Güney cephesinde ise pencere açıklığına rastlanılmamaktadır.
“Hastane” olarak tanımlanan bu yapı İstiklal mahallesi no:135 de yer alır.
Dış süslemeleri ve tavanı alçı sıva oluşu itibari ile tipik Şirince evlerinden ayrılır. Daha çok İzmir mimarisine yaklaşır. Yani bu yapı da görülen İzmir evlerinin etkisidir. Diğer evlerde olmayan bir başka özellik ise Bahçe duvarlarının diz hizasında oluşu ve duvarların üzerinde bulunan güvenlik amaçlı yapılmış olan demir parmaklıklardır. Zemin katla beraber üç katlı olan bu yapı hastane olarak kullanılmış.
Günümüzde ise restore edilmeyi bekleyen yapılar arasında yer almaktadır. Zemin katta bulunan bağlantılarda çatlaklar oluşmuş. Güney cephesindeki arka duvarda meydana gelen çatlak nedeniyle yağmur sularının getirdiği toprakla zemin yükselmiş.Giriş merdivenlerindeki mermerler kırılmış. Giriş kapısının sağ ve sol kanatlarındaki tamamlayıcı parçalar kaybolmuş. Yapı içinde bulunan bazı değerli eşyalar kaybolmuş. Duvarlardaki sıvalarda dökülmeler olmuş. Bazı duvarların üzerlerinde derin çatlaklar oluşmuş. İkinci kata çıkan ahşap merdivenlerdeki tırabzanlar kırılmış merdiven basamakları kırılmış. İkinci katın bazı odalarının tavanlarında dökülmeler olmuş. Tavandaki alçı sıvalardaki süslemeler silinmiştir.
HASTAHANE VE DOKTORUN EVİ OLARAK KULLANILMIŞ YAPILARIN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMLARI (RESTORE EDİLMİŞ HALLERİ)
Resim 25 “ESKİ İLK OKUL”
OKUL
PAFTA:87 , PARSEL:2280
1849 tarihinde yapıldığı bilinmektedir.
Bodrum kat üzerine tek katlı bir binadır. Temelde ve yan duvarlarında taş kullanılmıştır.Güneye bakan ön köşelerinde üstleri başlıklı plastrlar yer almaktadır. Su basmanı bodrum kattan, bodrum katını da birinci kattan silmeler ayırmaktadır. Silmeler arasındaki taş örgü sıvalı değildir. Bu silmelere binanın diğer cephelerinde rastlanılmamaktadır.
Cepheyi ortalayan giriş kısmı oldukça geniş tutulmuş olup, buraya bodrum pencerelerinin üst hizası ile aynı seviyede, bir metre kadar yükseklikteki merdivenle çıkılmaktadır. Dikdörtgen giriş eyvanının ortasında kırma kemerli kapı, bunun iki yanında da yine kırık kemerli birer pencere yer almaktadır.
Girişin iki yanında güneydoğu ve güneybatıdaki sınıflara ait ikişer pencere mevcuttur.Taş konsollar üzerine oturtulmuş dikdörtgen taş söveli bu pencerelerin üstünde ,kilit taşı bulunmaktadır.En üst kısımları da yalın saçaklarla taçlandırılmıştır.Bu pencerelerin tam altında ikişer tane kare pencere bulunmakta.
Binanın kuzeye bakan arka cephesi güneydeki cephe ile simetriktir. Yalnızca eyvanın balkon şeklinde olması farklılık gösterir.
Binanın yan duvarları biri doğu diğeri batıya bakmaktadır. Doğuda altı pencere, batıda ise yedi pencere vardır.
Arka cephenin batısında bodruma açılan bir kapı bulunur.
Binanın tüm cepheleri yalın dar bir saçakla çevrelenmiştir. Üst örtüsü kiremit kaplıdır.
İç kısımda dikdörtgen bir salona açılan karşılıklı üçer sınıf mevcuttur. Tavanı ve tabanı ahşaptır. İç mekanda herhangi bir bezeme unsuru yoktur.
Bahçenin ortasında yüksekçe bir katafalk üzerinde anıtsal bir çeşme yer almaktadır. Dikdörtgen şeklinde çift basamaklı bir kaide üzerindeki yapının dar yüzlerinde birer, geniş yüzlerinde ikişer çeşme bulunmaktadır. Köşelerde ve geniş yüzdeki iki çeşme arasında başlıklı plastrlar yer almaktadır. Üst kısım ise silme ile çevrelenmiş ve düz çatılı bir saçakla taçlandırılmış.
Köyün Osmanlıdan kalma birkaç yapısından biridir.
1995 tarihinde restore edilerek restoran haline getirilerek turizme hizmet vermektedir.
ÇARŞI
Şirince Köyü meydanındaki ulu çınarın bulunduğu alan ile cami arasında uzanan dükkanların, kahvehanelerin sıralandığı yol köyün merkezidir ve İstihlas mahallesi içinde yer almaktadır.
Yakın bir geçmiş kadar Arnavut Kaldırım biçimli sokak döşemesi olan çarşı ve mahalle aralarındaki sokak döşemeli yol,son yıllarda köylüce düzeltilmiştir. Düzeltme esnasında Şirince kanalizasyonu değiştirilmiş, modern yangın söndürme muslukları ve yol ışıklandırmaları ait tesisat yeraltına alınmış. Yani bütün tesisatlar yer altında günümüzün koşullarına uygun bir şekle uyarlanmış.
Geçmiş dönemlerde 7 tane kahvehane, 3 adet yağhane ve bir çok ekmek fırını olduğu yaşlılarca söylenmektedir. Günümüzde Çarşı, otoparktan başlayıp “kasaplık” denilen meydana kadar uzanır. Otoparktan başlayan çarşıda sol tarafta restoranlar, muhtarlık ve ulu çınar ağacının meydanı ve altındaki şu an Cumhuriyet Halk Partisinin Parti binası olarak kullanılan kahvehanesi ile çarşı girişi yer alıyor. Şarap Evleri, Scalanova Antique isimli antikacısı, deriden masklar yapan dükkanı, iki tane berber dükkanı, pide fırını ve restoranı. Meşhur Şirince Ekmeğini üreten Ekmek Fırını ve Şirinceli kadınların evlerinde yaptıkları dantel ve şarap tezgahları ile son buluyor.
Çarşı içindeki sivil mimarlık örnekleri üzerinde durulmasında yarar vardır.
Bunlardan bazıları; Kahvehaneler, Nalbant-hane , Depolar. Yağhaneler ve Şaraphanelerdir.
Çarşı
KAHVEHANE
Pafta: 90, Parsel: 2515
Mülkiyeti: Maliye Bakanlığı
Önceki kullanımı: Kahvehane
Günümüzde: Cumhuriyet Halk Partisi Lokali olarak kullanılmaktadır.
18. yüzyıl ikinci yarısına ait bir yapıdır. Yalnızca zemin kattan ibarettir. Kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Giriş kuzey cephededir.
Güneydeki bir başka mekan yapıya sonradan ilave edilmiştir. İlave yapıya ahşap bir kapı ile birleşiktir.
Kerpiç malzeme ve Bağdadi teknikle inşa edilmiştir.
Çay ocağı ayrı bir planla salondan ayrılmaktadır.Girişi kuzeyde olan bu yapının ön cephesinde büyük ahşap kapı ve ikişer 1*2,15 ebatlarında ahşap söveli pencere
bulunur. İç mekanda zemin beton tavan ahşaptır. 1995 tarihinden önceki işletmecisinin yaptırdığı onarım ve restorasyon sonucunda bu günkü halini almıştır.
Onarım çalışmaları sırasında Kuzeyde girişin tam karşısında güney duvarının sol tarafında sonradan kapatılmış ocak duvarı bulunmuştur. Tavan ve çatı örtüsü onarılmış. Tavan onarımı sırasında , eski yunan paraları “Drahmiler” bulunmuştur. Pencere ve büyük ahşap giriş kapıları eskisine sadık kalınarak değiştirilmiştir.
Halen Kahvehane olarak kullanılmakta ve Cumhuriyet Halk Partisinin Lokali olarak hizmet vermektedir. Önündeki ulu çınar ağacı ve avlusu ile Şirince ye gelen yerli yabancı ziyaretçilerin uğrak yeridir. Özellikle tavsiye edebileceğim bir yerdir.
Kahvehanenin güney cephesinde depo olarak kullanılmış 20*25 metre ebatlarında bir yapı bulunmakta. Bu yapı ile bitişik bir başka yapı daha bulunur. Ahır olarak yapılmış bu yapı da günümüzde şarap evi olarak kullanılıyor.
İki metre doğunda kaynak suyu akan çeşme yer alır. Çeşmenin duvarı yağlı boya ile kalem işi süslemeler yapılmış. Kurnası 100*35 cm ebatlarında sade bir işçilik kullanılmış.
Çevresi hanımeli, melisa ve mor sümbülle gölgelendirilmiş ve kokulandırılmış.
NALBANT
Pafta: 90, Parsel.: 2514
No: 64
Mülkiyeti: Özel
Günümüzde: Şarap Evi olarak kullanılmaktadır.
Son dönem Osmanlı mimarisine aittir. Zemin kattan ibarettir. Aynı yapıya ait depo bulunmaktadır. Depo berber dükkanlarının arkasına güney cephesine doğru ilerleyip son bulmaktadır. Depo kapı numarası 65 olup bu özel mülkiyete dahil bir yapıdır. 2*7,50 metre ebatlarında doğu - batı istikametinde ilerler. Depo ve nalbant arasında bir başka kişiye ait 2,5*2,5 metre ebadında kare biçimli dükkan amaçlı yapılmış bir yapı daha bulunmaktadır.
Yapıyı İbrahim AKGÜN (Berber İbram) berber dükkanı olarak kullanıyor. Nalbant dükkanının planı kareye yakın dikdörtgendir. Giriş kuzey cephesindedir. Bağdadi tekniği ile yapılmıştır. Güney cephesinde 3 ahşap kolonla desteklenmiş
“BURSA TİPİ” kemer formlu revak sırası bulunmaktadır. Aynı revak sırası berber dükkanlarının arkasına kadar ilerler ve son bulur. Eskiden bu depoda kahvehane olarak kullanılmış. Kahvehane olarak kullanıldığı dönemden, girişin tam karşısında güney duvarında bulunan yağlı boya Atatürk resmi görülmeye değerdir. Duvarda daha bir çok yağlı boya resim bulunmakta imiş fakat kireç badana yapıldığından bu resimler silinmiş. Doğu yönündeki duvarında da bir ocak bulunmaktadır. Kullanıldığı dönemde ön tarafı; Nalbanttın önündeki revak sırası devamı varmış fakat berber dükkanlarının yapılması ile bu revak sırası yıkılmış.
Nalbant giriş duvarının iki yanında dikdörtgen birer pencere mevcuttur. Doğu ve batı cepheleri moloz taş örgülüdür.
İlk başta kahvehane olarak yapılmış bu yapı daha sonra nalbant olarak çalıştırılmış.
Günümüzde eskiye sadık kalınarak onarılmış bu yapı “Kırkınca Şarap Evi” olarak tarafından işletilmektedir. 65 numaralı depo ise berber dükkanlarının arkasında kaldığından korunamamış ve önü tamamen ile kapanmış.
Bu üç yapı birbirine bağlı kapı olmadan yan yana sıralanır. Nalbant dükkanına bağlı olarak ve aynı çatı altında yer alır. Alaturka kiremit kaplı olup kırma çatı ile örtülmüştür
Resim 27 “depo” eski kahvehanedeki “Atatürk Resmi”
DİĞER KAHVAHANELER
Mülkiyeti özel olan iki kahvehane daha vardır. Yine çarşı içinde yer alan bu yapılar 73 numaralı Mahir Çatal,74 numaralı yapı ise aynı yapının ikinci katında bulunan yapı Orbay Yeni gün tarafından işletilmektedir. Bu yapılar köy muhtarlığının yaptığı restorasyon çalışmaları sonucunda tek katlı bir yapı iki katlı hale getirildi. Fakat eskisine sadık kalınmadan yapılmış olan bu yapının sadece pencere ve kapı ölçüleri dışında diğer mimari öğeleri modern ve beton olmuştur.Üst kattaki kahvehaneye altta ve diğer kahvehanenin güney cephesinde bulunan merdivenle girilmektedir.
Yapının batısında camiye doğru ilerleyen yol üzerinde gelen ziyaretçilere hizmet vermektedirler.
Kahvehaneler Türk ve Rum halkının vazgeçemediği alışkanlıklardan birisi olduğu aşikardır. Selanik'den gelmiş Nemika Teyzenin anlattığına göre, kahvehaneler;
“Çirkincemizde şimdiki çarşı, kasaplıkta ikinci çarşı, kiliselerin altında üçüncü ve dördüncü çarşı,eski yerleşim yeri denilen şimdi köyün girişinin sağ tarafında olan bölgede cevizli kahve ile beş. Şimdiki su deposunun yanında bulunan ceviz ağacının altında altıncı kahve ile Çete Yusuf’un şuan kabak diktiği yerde (Güneyde su deposunun arkasında kalıyor) yedinci kahvehane bulunuyordu.”
“Bir o kadarda ekmek fırını bulunuyordu. Biri şimdiki fırın , biri çakalların evinin bulunduğu evin altına (istihlas mahallesindeki Kırkıca Pansiyon), biri eski yerleşim yerindeki cevizli kahvenin yanında bulunuyordu.”
“ İki tanede sinema vardı. Biri Yalçın Ersoy’un işlettiği (dolmuş duraklarında 50 metre önce sol taraftaki yapı) diğeri de köy muhtarlığının sineması olan ( şimdi antikacı dükkanı 1975 ten beri ) yapı. Buralarda hem sinema oynatılırdı hem de düğün ve kına geceleri yapılırdı . 1950 tarihinde falan...” [6]NEMİKA TEYZE
Dantel satan teyzelerden biri ve Eşekçi Ali Dayı “Sarı Ali”
MERYEMANA-ÇİRKİNCE İLİŞKİSİ
Hıristiyanlık dünyasını meşgul eden en önemli sorulardan bir tanesi de Meryem Ana nerede öldüğü ve nereye gömüldüğüdür. Ancak bu gün kesin olarak biliyoruz ki, Meryem Ana Efes’te ölmüş ve burada gömülmüştür. Zaten 431 tarihinde Efes’te yapılmış olan konsül toplantısında da Meryem Ana , ST.JEAN ile birlikte Efes’e geldiği burada yaşadığı ve öldüğü tutanaklara geçmiştir. Daha sonraları Alman Rahibe Katharina EMMERİCH’in açıklamaları neticesinde yapılan araştırmalarda bunu kanıtlamıştır.
Katharina EMERİCH yaşadığı yerden hiç ayrılmayan yoksul bir Alman rahibesi idi. Hayatının son yıllarında çok az kişiye nasip olan Stagmatik Azize olmuştur. 1818 tarihinde bir gün trans halindeyken Meryem Ananın yaşadığını algıladı ve bunları C:BRENTO kaleme aldı.EMMERİCH, Meryem Ana hakkında şunları anlatıyordu:
“Hıristiyanlara yapılan işkenceler artınca Meryem Ana , ST.JEAN ile birlikte Kudüs’ten Efes’e geldi. Şehre yakın bir dağda yaşadı. Ve burada ölerek gömüldü.”
Bilindiği gibi Meryem Ananın Kudüs’te öldüğü ve orada gömüldüğü sanılıyor.
EMMERİCH’in açıklamaları dünyada ilgi ile karşılandı. 1891 yılında İzmir Koleji Müdürü olan EUGENE PAULİN , Efes civarında araştırma yapmaya karar verdi. Rahip YUNG başkanlığındaki bir grubu evi bulmak için görevlendirdi. YUNG, uzun araştırmaları sonunda bahsedilen evi Bülbül Dağında buldu.
Bülbül Dağında bulunan bu yapı zaten Çirkinceliler tarafından bilinmekte idi. Çirkince de yaşayan Rum Hıristiyanlar buraları çok iyi tanıyordu. Çirkinceli Rumların burayı, her ağustos 15 tarihinde Meryem Ana Anısına tören yapmak için ziyaret ettikleri bir yer idi. Hatta Meryem Ana evi Çirkinceli avcıların, avlandıkları zaman tesadüfen buldukları da daha önceden bilinmekte idi. Buna dair kaynaklar ve söylentilerde bulunmaktadır.
Ayrıca EMMERİCH’İN bahsettiği gibi hem Efes hem de deniz Meryem Ana evinden görülüyor.
Evi bulduğuna emin olan YUNG ve ekibi gerekli çalışmaları yaptılar. Evi bulduklarına tam olarak emin olunca haberi tüm Hıristiyan alemine duyurdular.
Çirkinceli avcılar evi bulmakta YUNG ve ekibine EVİ göstererek yardımcı olmuşlardır.
Dünyadan gelen tepkiler olumlu idi. 1892 yılında İzmir Baş Piskoposu TİMONİ burada dini törenler yapılmasına izin vermiş. 1961 tarihinde PAPA XXIII. JEAN , Meryem Ana Evini ziyaret eder ve burayı “Hac Yeri” olarak tüm Hıristiyanlık alemine ilan eder.
Sonuç olarak Meryem Ana Evi Çirkinceli Rumların bildiği ve burada törenler düzenlediği bir ibadet yeri idi. Bu Evi bulmalarında da yardımcı olan yine Çirkincelilerdi..
Ev tahminen Bizans döneminden beri bilmekte idiler. Hatta Meryem Ana Evinin Bizans Döneminde haç planlı bir kiliseye çevrildiği kaynaklarda belirtilmektedir.
VAFTİZCİ YAHYA
Kiliseye adını veren Vaftizci ile Selçuk ilçesindeki ST.JEAN yada YUHANNA ‘yı karıştırmamak gerekir.
*Mezarı ve kilisesi Selçuk ilçesi Aya Suluk tepesine adını veren . İncil yazarı ve [7]Küçük Asya’daki Yedi Kiliseyi kuran ST.JEAN’ dır.
*Meryem Anayı Efes’e getiren ve ölümünde yanında olan Havari, Yuhanna’dır.
*İsa’dan sonra 28 ve 29 tarihinde Ürdün Vadisinin aşağı kesiminde peygamberliğe başladı. Peygamber olan Vaftizci Yahya ise Yahudiliği son olarak yapan ve Hazret-i İsa’nın “Peygamber” oluşunu müjdeleyen kişidir, Vaftizci Yahya...
Yahya’nın İsa’dan önce öldüğü sanılmaktadır.İnananlar tarafından mezarı yaptırılan Peygamber Yahya’nın Samaria kentinde gömüldüğü kabul edilir.
Ortodoks Hıristiyanlarınca: Vaftizci Yahya İsa’nın Peygamber oluşunu Müjdelemesi ile saygı görmektedir.
Şirince köyünde bulunan ismini taşıyan kilisenin kapı üstündeki yazıtta da bilindiği gibi “PRODROMOS” unvanı ile anılır. Yolu açan, müjdeleyen, haberci anlamında bu unvanın yanında daha da önemli özelliği “Vaftizci” unvanı kullanılır. Yahuda da doğan Yahya, İsrail Oğulları’nı TEVRAT’A çağıran son peygamber olarak, akarsu veya gölde inananları vaftiz ederek ahrete hazırlık yöntemini kullanmıştır. Yahya, Zekeriya Peygamber ile Meryem’in teyzesi ELİZABETH’in oğludur.
Yahya’nın annesi ELİZABETH, kendisini ziyarete gelen Meryem’e o sırada ana rahminde bulunan İsa’yı selamlamış ve müjdelemiştir. Kuran da Yahya’dan söz edilmemesine karşın dolaylı olarak tanrının sözünü aktararak bir peygamber bildirilir.
“VAFTİZCİ YAHYA” İKONASI...İsa’yı vaftiz edişi tasvirli
Resim 30 “Vaftizci Yahya Kilisesi duvarındaki Freskler”
DİDO SOTİRİOU
*1909 Aydın/ ÇİRKİNCE KÖYÜ Bir sabun yapımcısının kızıdır. Aydın ilinde doğdu ve Çirkince Köyünde yaşadı. 1922 yılında Anadolu’dan ayrılarak Yunanistan’a amcasının yanına gitmek zorunda kaldı. Ailesi ondan sonra göç etti. İlk çocukluk yıllarını annesi ile birlikte Çirkince’de geçirdi. “Bir kız çocuğu için eğitimin gereksiz olduğunu” düşünen ailesine rağmen “eğitim üyesi” oldu.
Kendisini şöyle anlatıyor:
“ Geç eğitim gördüm. Geç yazdım.Tutucu bir ailede yetiştim. Ve toplumun yasakları ile orta okul sıralarından beri özgürlük, bağımsızlık ve insan hakları için mücadele ederek büyüdüm....”
Ailesinin kısıtlamaları, göçmek zorunda kalmasının yarattığı acılar , Alman faşistlerin giriştiği katliamlar, Alman işgali sırasında (1940-1945) yer altı basınında önemli görevler alması Didonun yaşamında önemli noktalardan bazılarıdır.
Yazarın önemli eserlerinden olan “Benden selam söyle Anadolu’ya” 1962 tarihinde yayınlandı. Sonra yıllarda “en çok satanlar” arasında yer aldı. Son yıllarda bu kitaba gösterilen ilgi, değerinin yeni anlaşıldığını gösteriyor. Çünkü 1995 tarihinde Türkçe olarak yayınlanan roman toplam 57. baskısını yapmış durumda. Romanın Fransızca’dan Türkçe’ye çevrilmesinin ardından (1970) 1998 tarihine kadar 14. baskı yapıldı. Bir çok Yunanlı ve Türk yazardan tebrik almıştır.
Yazar 1982 yılında “Abdi İpekçi Türk-Yunan Dostluk Ödülü” aldı.
n 23 EYLÜL 2004 Athen/Griechenland kentinde yaşama veda etti. Şirince köyünde onuruna kilise büyük bir ayin düzenlendi.
Sotiriou için düzenlenen ayini Bartholomeos yönetti…
"Benden Selam Söyle Anadolu’ya" adlı kitabın yazarı olan Didi Sotiriou için, Şirince Köyü Kilisesi’nde düzenlenen ayine, Fener Rum Patriği Bartholomeos’un yanı sıra Yunanistan’ın Efes Kenti Belediye Başkanı Papacıkzistos Gzigozios, Belediye Başkan Yardımcısı Dalamıtras Basılıos ve Atina Milletvekili Antomios Karpouzo ile 100’e yakın Yunan katıldı.
Patrik Bartholomeos, ayine başlamadan önce, "Bugün burada çok sevilen ve sayılan dünyaca ünlü yazarımızı hep beraber anacağız. Zannediyorum ki onu bütün Anadolulular, Şirinceliler ve İstanbullular hasretle anacaklar. Kendisinin çok güzel kitapları vardı, özellikle "Benden Selam Söyle Anadolu’ya" adlı kitabını çok beğeniyle okudum. Ölümüyle hepimiz çok üzüldük" dedi. Bir soru üzerine Türk-Yunan ilişkilerine de değinen Patrik Bartholomeos, "Türkiye’de, Türk-Yunan ilişkileri bu aralar yoğunlaşmış durumda. İki milletin yan yana gelip çok güzel projeler üreteceğine inanıyorum. İki ülkenin dostluğunun daim kılınması için iş adamları ve politikacılara, yani hepimize ihtiyaç var. İki ülkenin çok güzel işler üretebilmeleri için mücadele etmeliyiz" diye konuştu.
Şirince Köyü’nde bulunan kilisenin önündeki dilek suyuna para atan Patrik Bartholomeos, "Sürekli barış ve kardeşlik" dileğinde bulunduğunu söyledi.
İZMİR (İHA) -
Yayın Tarihi :26 Eylül 2004 Pazar
ESERLERİ :
Ø İNEKRİ PERİMENUN / Ölüler Bekliyor 1959, Roman
Ø İLEKTRA / Tekrar Doğuş 1961, Roman
Ø MATOMENA HOMATA / Kanlanan topraklar 1962, Roman
Ø MİKROASİAATİKİ KATASTROPHİ KEİ STATEGİKİ TOU İMBERİALİSMOU ANLİTİKİ MESSAGİA / Küçük Asya 1975, İNCELEME
Ø BENDEN SELAM SÖYLE ANADOLU’YA 1962, Roman
Ø MESA STİS FLOGES / Yalımlar İçinde1979, Roman
Ø EPİS KEPTES / Konuklar 1979, Roman
Ø KATEDEL FİZAMETHAL/ Yıkılıyorduk 1982, Roman
ÇİRKİNCE hakkında yazdıkları;
--“ Şu yeryüzünde cennet diye bir şey varsa , bizim Kırkıca o cennetin bir parçası olsa gerekti. Ormanlarla kaplı dağlık bir bölgede kuruluydu köy.Önümüzdeki denize kadar göz alabildiğine uzayan Efes Ovası ... Ve baştan başa emiş bahçeleri ile incirlikleri ile zeytinliklerle, tütün pamuk,mısır ve susam tarlaları ile dolu olan bu ova bizim köye aitti....”
--“ Hani , köylüyü iliğine kadar sömüren büyük toprak ağaları vardır ya, bizim orda yerleri yoktu onların. Ve o çağda, tarlaları zorbalığa getirip ipotek altına almak da kolay bir iş değildi. Kendi arazisinin efendiydi ve her köylünün iki katlı bir evi vardı. Ayrıca ceviz, badem, elma, armut, kiraz ağaçlarıyla ve sebze bahçeleri ile çevrili, yazlık bir evi vardı. Ve hiç kimse bahçesini çiçeklerle donatmayı ihmal etmezdi…Ve dört bir yandan fışkıran akarsuların ne kış ne yaz kesilmezdi türküsü... Buğdayla arpanın yetiştiği vakit, tarlalarımız altın yaldızlı bir denizden farksız olurdu. Bizimkiler gibi verimli, dalları ürün bolluğundan yerleri yalayan , öz suyu dolu , yusyuvarlak, simsiyah , pırıl pırıl zeytinli ağaçlara başka bir yerde rastlayamazdınız. Yavaş ama sağlam bir geçim kaynağı idi , zeytinyağı. Ama incir... köylünün kemerini altınla dolduran incir...! Sadece Aydın ilinde değil bütün Doğuda, Avrupa’da ve Amerika’da bile ün yapmış incirlerimiz. Derisi var mı yok mu anlayamazdınız, öylesine ince idi; Anadolu’nun o canım ballanmışlardı....”
--“Tanrının bizlere verdiği bir başka nimet de , dalgalandığı vakit okyanusu andıran göllerdi. Hacı Suluk istasyonunda duran trenden, her gün bir alay yolcuyla tüccar, seyyar satıcıların hemen oracıkta mangallar üzerinde kızarttıkları göl balıklarına büyük bir iştahla saldırırlardı....Balık deyip de geçmeyelim . Her biri iki-üç okka tartan balıklar..! Çayırlarımızda bir ebedi bahar havası kazandırıyordu bu bolluk.Hayvanlar nasılda besili idi.... Otlağın ortasında yayılıp dinlenmeye koyuldukları vakit,
”Var mı bana yan bakan “diye çalım satan beyleri andırıyorlardı....”
--“Kırkıca, yazları boşalıverirdi. Sadece birkaç bekçi kalırdı köyde. Bütün ahali, kırdaki evlere dağılırdı. Ancak, ekime doğru, büyük Aya Dimitri Panayırı yaklaşırken köye dönerlerdi. Badanaya , son bahar temizliğine girişirdi kadınlar. Kap kaçaktan başlayıp sokağa varıncaya dek ellerine ne gelirse paklamayı adet edinmişlerdi. Ve öylesine aklanırdı ki köy aniden, yollarda yürümeye kıyamazdınız. Tüm dükkanlar, kahveler, iki kilise ile üç okulumuz ve köyün tek Türk binası olan Zaptiye Dairesi defne ve mersin dallarından görünmez olurdu....”
“Çirkinceli Efeler” Babamın dedesi ve arkadaşları “ÇİRKİNCELİ MEMET EFE” KEÇİ KALESİ HATIRASI
[1] MEANDER;menderes nehrini tasvir eden kıvrımlı şekil
[2] APSİS ; Bazilikalar erken Hıristiyanlık devrinde Batı ve Doğu yönünde dışarıya doğru taşan bir niş ile son bulur. B niş APSİS adını alır.
[3] İKONASTASİS ;Tanrısal motiflerin ve resimlerin dizili olduğu bir tür perdedir.
[4] NİŞ: Duvarlarda gömme olarak yapılmış, içine mum koyulan gözlerdir.
[5] APSİS: Geç dönem Bizans mimarisindeki yapıların doğu yönünde yapıların dışına doğru uzanan ay biçimindeki çıkıntıdır.
[6] NEMİKA TEYZE ; EŞEKÇİ Ali’nin karısı. Köyün ileri gelenlerinden. Aynı zamanda giderek azalan yaşlılardan. 2000 Yılında düzenlenen Mübadele İnsanlarının yanına giden kişilerden. Selanik’e ve Neo Efesos’a giden İLK Şirincelilerden. Çarşıda dantel satarak geçimini sağlayan, mavi gözlü yaşlı bir teyzemiz
[7] Küçük Asya’daki Yedi Kilise: “EPHESUS, SMYRNA, PERGAMUM, THYARTERİA, SARDİS, PHİLADELPİA ve LAODİCEA kentlerinde bulunan birbirine bağlı 7 adet kilise.
Kilise yönetimi: Şirince de bilinen üç kilise , bir çokta manastır mevcuttur. Aşağı kilise AYADİMİTRİOS kilisesi ve Yukarı kilise denilen VAFTİZCİ YAHYA kilisesi üçüncü kilise olarak Şirince’nin kuzeydoğusunda yer olan ismi ve mimari yapısı belirsiz bir harabe durumunda kilise bulunur. Bu kiliselerin yönetimi; Merkezi Aydın Piskoposluğuydu. HELİOPOLİS / “GÜNEŞ KENTİ” adını taşıyan Piskoposluk bölgesi, Torbalı’dan Birgi’ye , Denizli’ye ve Fethiye’ye kadar uzanan Güneybatı Anadolu bölgesini kapsamakta idi.
Batı Anadolu Piskoposluk merkezi olan Efes; İzmir, Philadelphia , Alaşehir ve Heliopolis ile birlikte FENER RUM ORTADOKS PATRİKHANESİNE bağlı idi.
Köydeki Vaftizci Yahya Kilisesinin kapısının üzerindeki yazıtında; HELİOPOLİS PİSKOPOSLUĞUNA bağlı olduğunu belirtiyor.
İhtiyar heyeti: Piskoposluk bölgesinde olan Çirkince’de (o zaman ki ismi ile) görevli papazlar tarafından ve seçilmiş “yönetici” ve “ihtiyar heyeti” vardı.
Bu yönetime Rumlar: “Dimogerontia” demişler. Çok güçlü bir kurumdu. Üyeler genelde cemaatin en varlıklı mal sahibi kişilerinden oluşması ve bunların kendi halklarının yanı sıra, düşük düzey de olsa devlet otoritesinde hizmetlerde bulunanlarda vardı. Seçilmiş liderler hem dini hem de laik liderlerdi. Köyde olsun, kilisesi olurdu.
Cemaat içerisinde seçilmiş ihtiyar heyetleri arasından seçilmiş, başkanına “Muhtar” deniyordu. Muhtar , hükümet ile olan ilişkilerini yani bir değişle seçilmiş başkanlar, kendi halklarının meselelerini gidermek için, otorite sahibi olan Müslüman-Türk yönetimle, gereken kurallar ve yasalar dahilinde geçiniyordu.
Hatta Rum cemaati içinde muhtarlara “Çorbacı” denilmekteydi.
Muhtardan sonra gelen ihtiyar heyeti yabana atılmayacak nüfusu yalnızca düzenleyici yetkilerle, müdahaleci rollerden kaynaklanmıyordu.
Bu güç, bir yardan da cemaat meselelerinin idaresinin şu iki temel varsayımına dayanmasından ileri geliyordu:
1. Üyeler arasındaki çatışma yatıştırılmalı ve kontrolden çıkmasına izin verilmemeli; ve
2. Ortaya çıkan anlaşmazlıklar mümkünse dış güçlerin (devlet otoritelerin) müdahalesine fırsat vermeden grup içinde halledilmeliydi.
Dahası, nişanlanmalar, vasiyet, çeyizlerin karşılanması, evlenme ve boşanma gibi cemaat içinde gerçekleşen toplumsal etkinliklerin çoğu, inançla ilintili olduğundan papazlık bölgesi kurullarının sahip olduğu otoritede din adamları ağırlıklarını koyabiliyorlardı. İki kişi arasında yapılan anlaşmalarda ve resmi işlemlerde ihtiyar heyeti, yapılan işe resmi tanıklık yada resmi olarak onay verme yetkisi vardı.
Her hangi bir anlaşmazlık çıktığı taktirde,taraflara hakemlik yapma yetkisi vardı. Hiç anlaşamama gibi bir durum oluğu taktirde ise yüksek rütbeli kilise otoritelerine , yerel Müslüman Hukuk Alemine yani kadıya yada belediye mahkemesine başvuruyorlardı. Yani ihtiyar heyeti üyelerinin üç görevi vardı. Birincisi;cemaatin mali yükümlülüklerinin idaresi. İkincisi; yönetim meselelerinde devlet memurlarıyla ilişkiye geçilmesi. Üçüncüsü ise cemaat mülklerinin elde tutulması ve idaresi.
YUKARI KİLİSE “AYA DİMİTRİOU KİLİSESİ”
Köyün girişinde hemen sağda bir tepededir. Güneybatıda yer alır. Önünde revaklı bir kısım bulunmaktadır. Sütunlardan sadece 3 tanesi yerde yatık vaziyette durmaktadır. Yetkililerin ilgisizliği sonucu revaklı kısım çökmüştür. Yuvarlak kemer içinde bulunan ahşap giriş kapısı [1]Meander motifleri ile bezenmiştir. Kapının iki yanında revaklı kısma açılan iki pencere bulunmaktadır.
-“Şirince/Yukarı kilise Aya Dimitriou kilisesi KROKİSİ “
Kilise doğu-batı doğrultusunda uzanmaktadır. Girişin tam karşısında sütunlar üzerine oturmuş 9.50*4 metre ölçülerinde bir asma kat mevcuttur. Bu kısma dışardan kuzey cephesinde yer alan taş merdivenlerle çıkılmaktadır. Ancak günümüzde bu giriş kapatılmış ve sadece taş merdiven durmaktadır.
Kilise tabanı mermer döşemelidir. Burada çift başlı kartal ve rozet motifinin tasvir edildiği bir mermer blok bulunur. Üst örtü ise ahşap tonozdur. Tonoz üzeri alçı sıvalı olup yer yer dökülmüştür. Doğu tarafında (iç kısımlarda) 4 metre genişliğinde bir [2]Apsis vardır. Apsisin yeri Bizans mimarisi erken devri dışında daima doğu yönünde yer alır. Kilisede bulunan Apsis ortasında pencere mevcuttur. Yine bu Apsisin iki yanında birer niş bulunur.
Asma katı taşıyan ahşap sütunlu kısma iki basamaklı bir merdivenle çıkılmakta. Merdivenlerin Apsise uzaklığı 2 metredir. Asma katın alt kısmında , sütunun üzerindeki bölmelerde kısmen de olsa bozulmuş güzel bir ahşap işçilik dikkat çeker. Kuzey ve güney duvarında 1,35 metre genişliğinde yuvarlak kemerli karşılıklı üçer pencere bulunur. Üç pencerede[3] İkonastasis’e kadar sıralanıyor. İkonastasis, ahşap, kaba kestane kereste ile 12 direkle destekli bir biçimde yapılmıştır.
İkonastasisin arkasına kadınların geçmesi yasaktı. Arka kesimde rahipler dinsel ayinin servisini yaparlar. Kutsal ekmek ve su hazırlarlar. Tütsü ve şamdan gibi ayrıntılar arka kesimde yer alır. Dinsel tören sırasında hizmetliler bu nesneleri taşıyıp töreni oluştururlar.
-- “ ŞU AN Kİ GÖRÜNÜMÜ BATI GİŞİNDEN”
Her pencerenin üstünde ve arasında bulunan oval ve ahşap üstü alçılı çerçeveler bir zamanlar 12 havarinin resmini tanıtıyorlarmış, içlerine ikonalar asılarak.
Çatıyı örten çıta kafesler üstüne de sıva ve alçıdan yapılmış kabartmalı ve varaklı süslemeler yer alıyor. “kenger” , “Akantus” ve “ejderler” günümüze kalan bazı bezemeler.
Günümüzde kuzey kanatta ikinci pencere üstünde “ANDREAS” , üçüncü pencere üstünde “MARKOS”un adları ve resimleri durmaktadır. Güney kanatta ise üçüncü pencere üstünde “İOANNES” adlı yaşlı bir havarinin resmi vardır. Yapının doğusundaki içerlek yarım daire mihrap önünde olasılıkla bir kuyu var. Kilisenin hemen altında papazların evi olduğu anlaşılan bir ev bulunmaktadır. Bu ev günümüzde bir şahsın özel mülkiyetidir. Evden bu yapıya bir bağlantı vardır. Bağlantı kilisenin içinde mihrabın önündeki kuyudandır. 1997 tarihinde yapılan kazılarda tespit edilmiş olan bu bağlantı ev tarafındaki girişten ev sahibi tarafından kapatılmıştır. Mihrabın penceresi demir kafeslidir. Yapının dışına çıkılıp güneydoğusuna bakılırsa burası bir servis kapısıdır. Camii olarak kullanıldığı dönemde minareye çıkılan yükselti olarak görülebilir. Bir dönem camii olarak kullanılan bu kilise (yakın dönemde) revaklı bölümde (sütunlu asma katında) kadınlar kilise , alt bölümünde ise erkekler ibadet ederdi.
Kilisenin tabanında , İkonastasisin önünde bulunan bir taş;AYDINOĞLU döneminden kalma benzersiz bir eserdir. Kilisenin tabanı kireç taşı ve mermer döşemelidir. Ahşap kapılar Künde karidir. Kenarları pencere kapakları ile aynı motiflidir. Fakat 1992 yılında kapılar çalınmıştır.Bu kapılar şu anda Kuşadası’nda bir koleksiyoncuda alabileceği tahmin edilmekte. Koleksiyoncunun belgesi olmayan bir koleksiyoncu olduğu anlaşılmıştır.
Selçuk-Efes müzesinde koleksiyoncu kayıtlarında karşılaşmadık.
Bu kilisenin dayanıklılığı da tartışılır. Kilisenin ek binaları ve destek duvarları ise çalı çırpı ve toprak altındadır. Yalnız 1997 mart ayında başlayan kazı çalışmalarında Efes müzesi arkeolog ve çalışanları tarafından kilisenin çatısı iskeleye alındı. 25 mart 2000 tarihinde kazılar yarım kaldı ve çatı hala iskelede koruma altında bulunmakta. (27 Temmuz 2001 Cuma) ,( 17 Mayıs 2004).
Kilisenin etrafında bulunan arkeolojik eserler ise ; Bir kadına ait mezarı ve içinde gelinlik, Bir havuz, sütunlar , sütun başlıkları, cam parçaları ve çanak çömlek kalıntıları ve Selçuk – Efes Müzesinde bulunan eşi benzeri olmayan Aydın oğulları beyliğine ait bir çok eser bulunmuştur.
Kilisenin ününde Şirinceli kadınlar dantel ve şarap satıyor. Gelen ziyaretçiler Kilise ziyarete açık olmadığı için dışardan içeriye bakıyorlar...
-“Aya Dimitriou Kilisesinin eski fotoğrafı –Scalanova Antique’den” -1949
--” Vaftiz ediliş tasvirli fresk”
AŞAĞI KİLİSE “VAFTİZCİ YAHYA KİLİSESİ”
Günümüzde bir avlu içinde izlenen kilisenin tüm ayrıntıları saklı kalmış gibi.Yapılan restorasyonlar ve kazılar sonunda bu gizlilik kalktı. Avluda okul bulunmakta. Bu okul rahibelerin eğitildiği ve Selçuk ilçesine kadar olan bölgede bulunan kiliselere görev yapmak üzere yetiştirilen bir rahibe okulu idi.
- “VAFTİZCİ YAHYA KİLİSESİ”
Giriş avlu kapısının sağında bulunan depo yapısı ile yanındaki iki katlı bir konut kilisenin ek binası olarak kullanılmakta idi. Fakat günümüzde bu yapılar da özel mülkiyette olduğu için depo ve gözleme evi olarak kullanılmaktadır. Bu iki katlı yapının üst katı Vaftizci Yahya’nın odası olduğu belirlenmiştir.
İkinci kata yığma taşla yapılmış bir merdivenle çıkılıyor. Kapısının üstünde ise teneke bir levhaya yazılmış tabela bulunuyor. Kapının sağ tarafından odaya açılan bir kapı ve karşısında sofa yer alıyor. Odanın 4*5 metre ölçülerinde. Avluya getirilen su merdivenin altındaki koç boynuz işlemeli bir kurnadan ve avlunun tam ortasında bulunan mermer bir havuzla değerlendirilmiş. Günümüzde dilek havuzu yapılmış bir havuzdur. Avlunun tabanı kayrak,kireç taşı ve mermerle kaplıdır.
Kilisenin arkasından küçücük bir teras ve caddeye açılan merdivenli yol ve bir dükkan olduğu belirlenen kalıntı bulunmaktadır. Bu dükkan;DİDO SOTİRİOU’NUN romanında da bahsettiği “Şekerci TEODOROS’ un Dükkanı” idi.
Rum kulübüne ait bir dükkan daha olabileceği düşünülüyor.
Kilise doğudan bir terasla sınırlanırken batıda kendi duvarı ile evler arasında bir tür teraslama yapar. Kiliseye oturma düzeniyle birlikte oluşturulmuş bir sundurmadan giriliyor.
Kemerli kapının üzerinde kilisenin kuruluş yazıtı bulunuyor.Yazıt tamamı ile okunuyor.
Yazıtta:
“PEYGAMBER VE VAFTİZCİ YAHYA KİLİSESİ, HELİOPOLİSİN
KUTSAL RAHİBİNİN EMRİ İLE SİPHNOS’LU KALLİNİKOS LÜTFUYLA ÇOK SEVĞİLİ TANRISI İÇİN YAPILMIŞTIR.BURADAKİ VE ÇEVREDEKİ DİNDAR HIRİSTİYANLARIN ÇOK DEĞERLİ YARDIMLARIYLA YAPILMIŞTIR. -KİLİSE TAMAMLANDIKTAN SONRA YIKILDI. VE 1805
Yılı Eylül ayında büyük masraf ve çabalarla aynı zamanda tanrının yardımıyla yeni bir kilise inşa edildi.”
- Kuruluşuna ait yazıt “YAZIT”
-“Bahçesindeki,kurna”
Kilisenin yapıldıktan hemen yıkıldığı ve sonra yeniden yapıldığını belirtiyor.
30 yıl öncesine kadar oldukça sağlam durumda olan kilise, zaman içinde batı kısmındaki kubbe ve tonozlar yıkılarak harabeye dönmüştür. 1988 yılında Selçuk-Efes müzesi müdürlüğünce QUANTMAN FOUNDATION’ UN desteğiyle kazılara başlanmış ve içi tamamen temizlenmiş ve restore edilmiştir. Daha sonra paye ve taşıyıcı kubbeler ve tonozlar için sağlam bir alt yapı hazırlanmıştır. Yıkık durumdaki kubbelerden biri yapının daha iyi ışık alabilmesi için modern malzeme ile örtülmüş diğerleri ile aynı ve orijinaline uygun üstü kiremitle kaplanmıştır.
Tavan döşemesi ve batıdaki ahşap ara kat tamamlanmış ve giriş kısmı önünde yer alan ahşap çatı onarılmıştır.
-“ Duvarlardaki ve kubbelerdeki Fresk ve sıvalar koruma altına alınmıştır.”
- “Vaftizci Yahya Kilisesinin doğu duvarındaki, Niş”
-“Kilisenin pencerelerinin üstündeki Haç kabartmaları”
--“İsa Freskleri”
-VAFTİZCİ YAHYA KİLİSESİ
“İKONASTASİS”
- “VAFTİZCİ YAHYA KAPI GİRİŞİ”
-“Vaftizci Yahya KL. Çan Kulesi” - “Asma kattaki sandalye ve sıra”
-“Bahçesindeki havuz”
-“Kilise alt sokaktan bağlanan demir çift kanatlı giriş kapısı”
-“SÜTUN BAŞLIKLARI” “ROMA BİZANS VE RUM DÖNEMİ”
“1884 tarihli tabela”
“DİNİ EĞİTİM VEREN BİR OKULUN TABELASI”
III. KİLİSE
Şirince’nin 8 km. doğusunda yer alır. Harabe durumunda ne olduğu belirsiz bir çöküntüdür. Köyün III.Kilisesi olan bu mimari yapısı hakkında hiçbir yazılı belge bulunmamaktadır. Selçuk-Efes müzesinin arkeologlarının araştırmalarına göre kilise Geç dönem Bizans mimarisine aittir. 12. yüzyıldan kalmadır. Kilise özel bir arazi içinde yer almaktadır. Arazi sahiplerinin dedelerinin anlattıklarına göre Kilise; 3 katlı imiş.
Köylü bu kiliseye “manastır” diyor. Ama yapı kilisedir. Kilise olduğunu ispatlayan kalıntılar bulunmaktadır. Bunlar yapının batısındaki girişinde kapının üzerinde yer alan kuruluşuna ait kapı yazıtıdır. Fakat bu yazıt definciler tarafından kilisenin duvarından sökülerek çalınmıştır. Günümüzde sadece zemin kat ve çökme sonucu oluşan moloz ve bir kaçı sağlam kalabilmiş duvar bulunur.
Arazi sahibinin kilise yıkılmadan önceki halini bize kısaca şöyle anlattı:
-“Kilise 3 katlı idi. Zemin kat yeraltında idi. Duvarlarında havari resimleri vardı. Ve ikonalar yani İsa ve Meryem ananın resimleri vardı. Birinci katında giriş için çok büyük ahşap bir kapısı vardı. İçeriye girildiğinde her yeri mermer döşemeli bir koridor vardı. Duvarlarda sönmüş mumları olan nişler vardı. Oda oda yapılmış ve bu odalara giriş ortadan geçen koridorla sağlanıyordu. En arkada yani doğuda kapıdan içeriye girişte de görülen niş vardı. Bu koridor batıdan doğuya doğru ilerliyordu. Tavanı ise kubbe biçiminde idi. İçeriye yağmur yağdığı zaman 100-200 koyun- keçi sokabiliyorduk. Üçüncü katta ise hiçbir şey yoktu ve ikinci katın ortasında bulunan taş bir merdivenle çıkılıyordu. Tahminen üçüncü kat barınak olarak kullanmışlar. 40-45 yıl önce burası çöktü . Kilise yıkıntı ve harabe şekline- geldi.Çökme ile etrafa yayılan moloz ve büyük taşları dozer yardımı ile kilisenin içine boşalttık ve toprağı havalandırdık. Ama hala bu moloz boşaltılıp temizlense zemin kat görülebilir.Şimdi ise harabe durumundadır.Burası Kiliseydi demeye bin şahit ister...”
POMAK MUHARREM AMCA
“MERYEM ANA KİLİSESİ”
MANASTIRLAR
Günümüzde halen sağlam vaziyette ayaktadırlar. Tam olarak 10-12 adet manastır bulunmaktadır.Bunlar 11.,12.,13., yüzyıl geç dönem Bizans mimarisi yapılarıdır. Yaşını belirleyen kalıntılar manastırların çevresinde bulunan 800-900 yaşlarında olan çınar ve zeytin ağaçlarıdır.
Manastırların iç mekanları hep aynıdır. İki veya üç adet [4]“niş” bulunur. Kapı yanlarında ve pencere üstlerinde havalandırma amaçlı kullanılan delikler vardır. Genelde batı yönünde ahşap kapılı giriş, doğu yönünde [5]“Apsis” bulunur. Bizans mimarisi geç döneme aittir. Kuzey ve güney yönlerinde nişler ve pencereler bulunur. Doğuda bir apsis , batıda iki yanda yani giriş kapısının sağ ve sol tarafında ısınma amaçlı kullanılan ocaklar bulunmaktadır. Isınmak için başka bir teknik daha duvar içlerinde görülmektedir. Bu da kırmızı topraktan yapılmış pişmiş künklerdir. Ocaktan çıkan duman ve dolayısı ile sıcak hava bu künklerle duvar içlerinde dolaştırılarak bacalara ulaştırılır. Bununla hem ısınma sağlanır hem de çıkan dumanı bacadan dışarı atılır.
Tam ortada Ayin yapılırken şarap-ekmek ve şamdanların durduğu 100 x 50 cm ebatlarında ve yerden 1 metre yükseklikte mermerden yapılmış banko bulunur.
Çatı için genellikle çam iskelet kullanılmış. Çatı örtüsü olarak yine pişmiş kırmızı topraktan yapılmış oluklu kiremit kullanılmıştır. Tavan döşemesi yoktur. Genelde hepsi 40-50 metrekareyi aşmayan dinsel yapılardır.
Çevresinde çınar, kestane ve zeytin ağaçları vardır.
I.TİP Manastır
II.TİP Manastır
DİĞER KALINTILAR
ETNOGRAFİK ESERLER;
Yörede bulunan Etnografik eserleri inceleyecek olursak Geç Efes Dönemi, Roma, Bizans
Selçuklu , Yunan ve Osmanlı dönemine ait eserler bulunmuştur. Genelde Bizans,Roma ve Yunan ile birlikte Osmanlı dönemine ait eserler Şirince ve çevresinde bulunmuş. Geç Dönem Efes ve Selçuklu Dönemlerine ait eserler ise Selçuk ilçesi ile Şirince Köyü arasında kalan Boğaz denilen bölgede bulunmuştur. Buluntular genelde: pişmiş topraktan yapılmış Yağ Kandilleri, Ekmek damgaları, Şarap ve Yağ Amforaları. Bronzdan pirinçten yapılmış Ay Üzengileri, Buhurdanlıklar, Havanlar, Şamdanlar. Gümüş ve Altından Sikkelerdir.
Bu eserlerin bazıları özel koleksiyoncularda bazıları ise Selçuk Efes Müzesi arşivinde korunmaktadır.
Şirince’de ve civarında bulunan eserlerden bazıları şunlardır:
EN ESKİ BULUNTU MÖ. 3500-4000 yıllarına ait “UGNATERYUM”
MÖ. 3500-4000 “ “ “AQUATERYUM”dur.
Daha yakın dönemlere ait etnografik eserler ise ;
“Ekmek damgaları”-Bronz-Bizans dönemi-Üzeri “YORGO” yazılı
Kandil, üzengi, amfora,
Bizans ve Roma sikkeler,
Havanlar,buhurdanlık” 17.,18. ve 19.yüzyıl
“Üzengi , Kapı tokmakları ve Çan” 17. ve 18. yüzyıl
”Şarap Amforası,Roma ve Bizans sütun başlıkları”
“1884 tarihli bir tabela,yunanca yazılı”, Tire’den gelmiş bir okul tabelası...
“Antique de Scalanova"
Koleksiyonundan
İstihlas Mahallesindeki bir ev.
HASTANE
İlk önce bu yapıyı mimari bakımdan incelemek gerekir. Malzeme ve teknik bakımdan köydeki sivil mimarlık örneklerinden ayrılmaktadır.
Önce cephe bodrum hariç iki katlıdır. Tüm cepheler sıvalı olduğundan inşaat malzemesi belli olmamaktadır. Fakat oldukça kaliteli bir işçilikle moloz örgü olduğu ve aralarda ahşap hatılların kullanıldığı izlenimini vermektedir.
Diğer yapılarda olduğu gibi bu yapıda da ön cepheye özen gösterilmiştir.Bina kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen bir plana sahip.Binanın girişi doğu cephesindedir.
Beş mermer basamaklı bir merdivenle çıkılır. Binanın girişi dikdörtgen bir niş içindedir. Merdivenlerin iki yanında bodruma açılan kapılar bulunur. Girişin sol tarafında bir, sağ tarafında iki ahşap söveli pencere bulunmaktadır.
İkinci katta girişin tam üzerinde bir balkon mevcuttur. Bu katta da alt kattaki
“ Hastane” İSTİKLAL M. NO:135
pencerelerin tam üstünde ve aynı tip birer pencere yer almaktadır.
Tüm pencerelerin üzerinde ve aynı tipte profili olan saçaklar mevcuttur. Güney cephesinde ise pencere açıklığına rastlanılmamaktadır.
“Hastane” olarak tanımlanan bu yapı İstiklal mahallesi no:135 de yer alır.
Dış süslemeleri ve tavanı alçı sıva oluşu itibari ile tipik Şirince evlerinden ayrılır. Daha çok İzmir mimarisine yaklaşır. Yani bu yapı da görülen İzmir evlerinin etkisidir. Diğer evlerde olmayan bir başka özellik ise Bahçe duvarlarının diz hizasında oluşu ve duvarların üzerinde bulunan güvenlik amaçlı yapılmış olan demir parmaklıklardır. Zemin katla beraber üç katlı olan bu yapı hastane olarak kullanılmış.
Günümüzde ise restore edilmeyi bekleyen yapılar arasında yer almaktadır. Zemin katta bulunan bağlantılarda çatlaklar oluşmuş. Güney cephesindeki arka duvarda meydana gelen çatlak nedeniyle yağmur sularının getirdiği toprakla zemin yükselmiş.Giriş merdivenlerindeki mermerler kırılmış. Giriş kapısının sağ ve sol kanatlarındaki tamamlayıcı parçalar kaybolmuş. Yapı içinde bulunan bazı değerli eşyalar kaybolmuş. Duvarlardaki sıvalarda dökülmeler olmuş. Bazı duvarların üzerlerinde derin çatlaklar oluşmuş. İkinci kata çıkan ahşap merdivenlerdeki tırabzanlar kırılmış merdiven basamakları kırılmış. İkinci katın bazı odalarının tavanlarında dökülmeler olmuş. Tavandaki alçı sıvalardaki süslemeler silinmiştir.
HASTAHANE VE DOKTORUN EVİ OLARAK KULLANILMIŞ YAPILARIN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMLARI (RESTORE EDİLMİŞ HALLERİ)
Resim 25 “ESKİ İLK OKUL”
OKUL
PAFTA:87 , PARSEL:2280
1849 tarihinde yapıldığı bilinmektedir.
Bodrum kat üzerine tek katlı bir binadır. Temelde ve yan duvarlarında taş kullanılmıştır.Güneye bakan ön köşelerinde üstleri başlıklı plastrlar yer almaktadır. Su basmanı bodrum kattan, bodrum katını da birinci kattan silmeler ayırmaktadır. Silmeler arasındaki taş örgü sıvalı değildir. Bu silmelere binanın diğer cephelerinde rastlanılmamaktadır.
Cepheyi ortalayan giriş kısmı oldukça geniş tutulmuş olup, buraya bodrum pencerelerinin üst hizası ile aynı seviyede, bir metre kadar yükseklikteki merdivenle çıkılmaktadır. Dikdörtgen giriş eyvanının ortasında kırma kemerli kapı, bunun iki yanında da yine kırık kemerli birer pencere yer almaktadır.
Girişin iki yanında güneydoğu ve güneybatıdaki sınıflara ait ikişer pencere mevcuttur.Taş konsollar üzerine oturtulmuş dikdörtgen taş söveli bu pencerelerin üstünde ,kilit taşı bulunmaktadır.En üst kısımları da yalın saçaklarla taçlandırılmıştır.Bu pencerelerin tam altında ikişer tane kare pencere bulunmakta.
Binanın kuzeye bakan arka cephesi güneydeki cephe ile simetriktir. Yalnızca eyvanın balkon şeklinde olması farklılık gösterir.
Binanın yan duvarları biri doğu diğeri batıya bakmaktadır. Doğuda altı pencere, batıda ise yedi pencere vardır.
Arka cephenin batısında bodruma açılan bir kapı bulunur.
Binanın tüm cepheleri yalın dar bir saçakla çevrelenmiştir. Üst örtüsü kiremit kaplıdır.
İç kısımda dikdörtgen bir salona açılan karşılıklı üçer sınıf mevcuttur. Tavanı ve tabanı ahşaptır. İç mekanda herhangi bir bezeme unsuru yoktur.
Bahçenin ortasında yüksekçe bir katafalk üzerinde anıtsal bir çeşme yer almaktadır. Dikdörtgen şeklinde çift basamaklı bir kaide üzerindeki yapının dar yüzlerinde birer, geniş yüzlerinde ikişer çeşme bulunmaktadır. Köşelerde ve geniş yüzdeki iki çeşme arasında başlıklı plastrlar yer almaktadır. Üst kısım ise silme ile çevrelenmiş ve düz çatılı bir saçakla taçlandırılmış.
Köyün Osmanlıdan kalma birkaç yapısından biridir.
1995 tarihinde restore edilerek restoran haline getirilerek turizme hizmet vermektedir.
ÇARŞI
Şirince Köyü meydanındaki ulu çınarın bulunduğu alan ile cami arasında uzanan dükkanların, kahvehanelerin sıralandığı yol köyün merkezidir ve İstihlas mahallesi içinde yer almaktadır.
Yakın bir geçmiş kadar Arnavut Kaldırım biçimli sokak döşemesi olan çarşı ve mahalle aralarındaki sokak döşemeli yol,son yıllarda köylüce düzeltilmiştir. Düzeltme esnasında Şirince kanalizasyonu değiştirilmiş, modern yangın söndürme muslukları ve yol ışıklandırmaları ait tesisat yeraltına alınmış. Yani bütün tesisatlar yer altında günümüzün koşullarına uygun bir şekle uyarlanmış.
Geçmiş dönemlerde 7 tane kahvehane, 3 adet yağhane ve bir çok ekmek fırını olduğu yaşlılarca söylenmektedir. Günümüzde Çarşı, otoparktan başlayıp “kasaplık” denilen meydana kadar uzanır. Otoparktan başlayan çarşıda sol tarafta restoranlar, muhtarlık ve ulu çınar ağacının meydanı ve altındaki şu an Cumhuriyet Halk Partisinin Parti binası olarak kullanılan kahvehanesi ile çarşı girişi yer alıyor. Şarap Evleri, Scalanova Antique isimli antikacısı, deriden masklar yapan dükkanı, iki tane berber dükkanı, pide fırını ve restoranı. Meşhur Şirince Ekmeğini üreten Ekmek Fırını ve Şirinceli kadınların evlerinde yaptıkları dantel ve şarap tezgahları ile son buluyor.
Çarşı içindeki sivil mimarlık örnekleri üzerinde durulmasında yarar vardır.
Bunlardan bazıları; Kahvehaneler, Nalbant-hane , Depolar. Yağhaneler ve Şaraphanelerdir.
Çarşı
KAHVEHANE
Pafta: 90, Parsel: 2515
Mülkiyeti: Maliye Bakanlığı
Önceki kullanımı: Kahvehane
Günümüzde: Cumhuriyet Halk Partisi Lokali olarak kullanılmaktadır.
18. yüzyıl ikinci yarısına ait bir yapıdır. Yalnızca zemin kattan ibarettir. Kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Giriş kuzey cephededir.
Güneydeki bir başka mekan yapıya sonradan ilave edilmiştir. İlave yapıya ahşap bir kapı ile birleşiktir.
Kerpiç malzeme ve Bağdadi teknikle inşa edilmiştir.
Çay ocağı ayrı bir planla salondan ayrılmaktadır.Girişi kuzeyde olan bu yapının ön cephesinde büyük ahşap kapı ve ikişer 1*2,15 ebatlarında ahşap söveli pencere
bulunur. İç mekanda zemin beton tavan ahşaptır. 1995 tarihinden önceki işletmecisinin yaptırdığı onarım ve restorasyon sonucunda bu günkü halini almıştır.
Onarım çalışmaları sırasında Kuzeyde girişin tam karşısında güney duvarının sol tarafında sonradan kapatılmış ocak duvarı bulunmuştur. Tavan ve çatı örtüsü onarılmış. Tavan onarımı sırasında , eski yunan paraları “Drahmiler” bulunmuştur. Pencere ve büyük ahşap giriş kapıları eskisine sadık kalınarak değiştirilmiştir.
Halen Kahvehane olarak kullanılmakta ve Cumhuriyet Halk Partisinin Lokali olarak hizmet vermektedir. Önündeki ulu çınar ağacı ve avlusu ile Şirince ye gelen yerli yabancı ziyaretçilerin uğrak yeridir. Özellikle tavsiye edebileceğim bir yerdir.
Kahvehanenin güney cephesinde depo olarak kullanılmış 20*25 metre ebatlarında bir yapı bulunmakta. Bu yapı ile bitişik bir başka yapı daha bulunur. Ahır olarak yapılmış bu yapı da günümüzde şarap evi olarak kullanılıyor.
İki metre doğunda kaynak suyu akan çeşme yer alır. Çeşmenin duvarı yağlı boya ile kalem işi süslemeler yapılmış. Kurnası 100*35 cm ebatlarında sade bir işçilik kullanılmış.
Çevresi hanımeli, melisa ve mor sümbülle gölgelendirilmiş ve kokulandırılmış.
NALBANT
Pafta: 90, Parsel.: 2514
No: 64
Mülkiyeti: Özel
Günümüzde: Şarap Evi olarak kullanılmaktadır.
Son dönem Osmanlı mimarisine aittir. Zemin kattan ibarettir. Aynı yapıya ait depo bulunmaktadır. Depo berber dükkanlarının arkasına güney cephesine doğru ilerleyip son bulmaktadır. Depo kapı numarası 65 olup bu özel mülkiyete dahil bir yapıdır. 2*7,50 metre ebatlarında doğu - batı istikametinde ilerler. Depo ve nalbant arasında bir başka kişiye ait 2,5*2,5 metre ebadında kare biçimli dükkan amaçlı yapılmış bir yapı daha bulunmaktadır.
Yapıyı İbrahim AKGÜN (Berber İbram) berber dükkanı olarak kullanıyor. Nalbant dükkanının planı kareye yakın dikdörtgendir. Giriş kuzey cephesindedir. Bağdadi tekniği ile yapılmıştır. Güney cephesinde 3 ahşap kolonla desteklenmiş
“BURSA TİPİ” kemer formlu revak sırası bulunmaktadır. Aynı revak sırası berber dükkanlarının arkasına kadar ilerler ve son bulur. Eskiden bu depoda kahvehane olarak kullanılmış. Kahvehane olarak kullanıldığı dönemden, girişin tam karşısında güney duvarında bulunan yağlı boya Atatürk resmi görülmeye değerdir. Duvarda daha bir çok yağlı boya resim bulunmakta imiş fakat kireç badana yapıldığından bu resimler silinmiş. Doğu yönündeki duvarında da bir ocak bulunmaktadır. Kullanıldığı dönemde ön tarafı; Nalbanttın önündeki revak sırası devamı varmış fakat berber dükkanlarının yapılması ile bu revak sırası yıkılmış.
Nalbant giriş duvarının iki yanında dikdörtgen birer pencere mevcuttur. Doğu ve batı cepheleri moloz taş örgülüdür.
İlk başta kahvehane olarak yapılmış bu yapı daha sonra nalbant olarak çalıştırılmış.
Günümüzde eskiye sadık kalınarak onarılmış bu yapı “Kırkınca Şarap Evi” olarak tarafından işletilmektedir. 65 numaralı depo ise berber dükkanlarının arkasında kaldığından korunamamış ve önü tamamen ile kapanmış.
Bu üç yapı birbirine bağlı kapı olmadan yan yana sıralanır. Nalbant dükkanına bağlı olarak ve aynı çatı altında yer alır. Alaturka kiremit kaplı olup kırma çatı ile örtülmüştür
Resim 27 “depo” eski kahvehanedeki “Atatürk Resmi”
DİĞER KAHVAHANELER
Mülkiyeti özel olan iki kahvehane daha vardır. Yine çarşı içinde yer alan bu yapılar 73 numaralı Mahir Çatal,74 numaralı yapı ise aynı yapının ikinci katında bulunan yapı Orbay Yeni gün tarafından işletilmektedir. Bu yapılar köy muhtarlığının yaptığı restorasyon çalışmaları sonucunda tek katlı bir yapı iki katlı hale getirildi. Fakat eskisine sadık kalınmadan yapılmış olan bu yapının sadece pencere ve kapı ölçüleri dışında diğer mimari öğeleri modern ve beton olmuştur.Üst kattaki kahvehaneye altta ve diğer kahvehanenin güney cephesinde bulunan merdivenle girilmektedir.
Yapının batısında camiye doğru ilerleyen yol üzerinde gelen ziyaretçilere hizmet vermektedirler.
Kahvehaneler Türk ve Rum halkının vazgeçemediği alışkanlıklardan birisi olduğu aşikardır. Selanik'den gelmiş Nemika Teyzenin anlattığına göre, kahvehaneler;
“Çirkincemizde şimdiki çarşı, kasaplıkta ikinci çarşı, kiliselerin altında üçüncü ve dördüncü çarşı,eski yerleşim yeri denilen şimdi köyün girişinin sağ tarafında olan bölgede cevizli kahve ile beş. Şimdiki su deposunun yanında bulunan ceviz ağacının altında altıncı kahve ile Çete Yusuf’un şuan kabak diktiği yerde (Güneyde su deposunun arkasında kalıyor) yedinci kahvehane bulunuyordu.”
“Bir o kadarda ekmek fırını bulunuyordu. Biri şimdiki fırın , biri çakalların evinin bulunduğu evin altına (istihlas mahallesindeki Kırkıca Pansiyon), biri eski yerleşim yerindeki cevizli kahvenin yanında bulunuyordu.”
“ İki tanede sinema vardı. Biri Yalçın Ersoy’un işlettiği (dolmuş duraklarında 50 metre önce sol taraftaki yapı) diğeri de köy muhtarlığının sineması olan ( şimdi antikacı dükkanı 1975 ten beri ) yapı. Buralarda hem sinema oynatılırdı hem de düğün ve kına geceleri yapılırdı . 1950 tarihinde falan...” [6]NEMİKA TEYZE
Dantel satan teyzelerden biri ve Eşekçi Ali Dayı “Sarı Ali”
MERYEMANA-ÇİRKİNCE İLİŞKİSİ
Hıristiyanlık dünyasını meşgul eden en önemli sorulardan bir tanesi de Meryem Ana nerede öldüğü ve nereye gömüldüğüdür. Ancak bu gün kesin olarak biliyoruz ki, Meryem Ana Efes’te ölmüş ve burada gömülmüştür. Zaten 431 tarihinde Efes’te yapılmış olan konsül toplantısında da Meryem Ana , ST.JEAN ile birlikte Efes’e geldiği burada yaşadığı ve öldüğü tutanaklara geçmiştir. Daha sonraları Alman Rahibe Katharina EMMERİCH’in açıklamaları neticesinde yapılan araştırmalarda bunu kanıtlamıştır.
Katharina EMERİCH yaşadığı yerden hiç ayrılmayan yoksul bir Alman rahibesi idi. Hayatının son yıllarında çok az kişiye nasip olan Stagmatik Azize olmuştur. 1818 tarihinde bir gün trans halindeyken Meryem Ananın yaşadığını algıladı ve bunları C:BRENTO kaleme aldı.EMMERİCH, Meryem Ana hakkında şunları anlatıyordu:
“Hıristiyanlara yapılan işkenceler artınca Meryem Ana , ST.JEAN ile birlikte Kudüs’ten Efes’e geldi. Şehre yakın bir dağda yaşadı. Ve burada ölerek gömüldü.”
Bilindiği gibi Meryem Ananın Kudüs’te öldüğü ve orada gömüldüğü sanılıyor.
EMMERİCH’in açıklamaları dünyada ilgi ile karşılandı. 1891 yılında İzmir Koleji Müdürü olan EUGENE PAULİN , Efes civarında araştırma yapmaya karar verdi. Rahip YUNG başkanlığındaki bir grubu evi bulmak için görevlendirdi. YUNG, uzun araştırmaları sonunda bahsedilen evi Bülbül Dağında buldu.
Bülbül Dağında bulunan bu yapı zaten Çirkinceliler tarafından bilinmekte idi. Çirkince de yaşayan Rum Hıristiyanlar buraları çok iyi tanıyordu. Çirkinceli Rumların burayı, her ağustos 15 tarihinde Meryem Ana Anısına tören yapmak için ziyaret ettikleri bir yer idi. Hatta Meryem Ana evi Çirkinceli avcıların, avlandıkları zaman tesadüfen buldukları da daha önceden bilinmekte idi. Buna dair kaynaklar ve söylentilerde bulunmaktadır.
Ayrıca EMMERİCH’İN bahsettiği gibi hem Efes hem de deniz Meryem Ana evinden görülüyor.
Evi bulduğuna emin olan YUNG ve ekibi gerekli çalışmaları yaptılar. Evi bulduklarına tam olarak emin olunca haberi tüm Hıristiyan alemine duyurdular.
Çirkinceli avcılar evi bulmakta YUNG ve ekibine EVİ göstererek yardımcı olmuşlardır.
Dünyadan gelen tepkiler olumlu idi. 1892 yılında İzmir Baş Piskoposu TİMONİ burada dini törenler yapılmasına izin vermiş. 1961 tarihinde PAPA XXIII. JEAN , Meryem Ana Evini ziyaret eder ve burayı “Hac Yeri” olarak tüm Hıristiyanlık alemine ilan eder.
Sonuç olarak Meryem Ana Evi Çirkinceli Rumların bildiği ve burada törenler düzenlediği bir ibadet yeri idi. Bu Evi bulmalarında da yardımcı olan yine Çirkincelilerdi..
Ev tahminen Bizans döneminden beri bilmekte idiler. Hatta Meryem Ana Evinin Bizans Döneminde haç planlı bir kiliseye çevrildiği kaynaklarda belirtilmektedir.
VAFTİZCİ YAHYA
Kiliseye adını veren Vaftizci ile Selçuk ilçesindeki ST.JEAN yada YUHANNA ‘yı karıştırmamak gerekir.
*Mezarı ve kilisesi Selçuk ilçesi Aya Suluk tepesine adını veren . İncil yazarı ve [7]Küçük Asya’daki Yedi Kiliseyi kuran ST.JEAN’ dır.
*Meryem Anayı Efes’e getiren ve ölümünde yanında olan Havari, Yuhanna’dır.
*İsa’dan sonra 28 ve 29 tarihinde Ürdün Vadisinin aşağı kesiminde peygamberliğe başladı. Peygamber olan Vaftizci Yahya ise Yahudiliği son olarak yapan ve Hazret-i İsa’nın “Peygamber” oluşunu müjdeleyen kişidir, Vaftizci Yahya...
Yahya’nın İsa’dan önce öldüğü sanılmaktadır.İnananlar tarafından mezarı yaptırılan Peygamber Yahya’nın Samaria kentinde gömüldüğü kabul edilir.
Ortodoks Hıristiyanlarınca: Vaftizci Yahya İsa’nın Peygamber oluşunu Müjdelemesi ile saygı görmektedir.
Şirince köyünde bulunan ismini taşıyan kilisenin kapı üstündeki yazıtta da bilindiği gibi “PRODROMOS” unvanı ile anılır. Yolu açan, müjdeleyen, haberci anlamında bu unvanın yanında daha da önemli özelliği “Vaftizci” unvanı kullanılır. Yahuda da doğan Yahya, İsrail Oğulları’nı TEVRAT’A çağıran son peygamber olarak, akarsu veya gölde inananları vaftiz ederek ahrete hazırlık yöntemini kullanmıştır. Yahya, Zekeriya Peygamber ile Meryem’in teyzesi ELİZABETH’in oğludur.
Yahya’nın annesi ELİZABETH, kendisini ziyarete gelen Meryem’e o sırada ana rahminde bulunan İsa’yı selamlamış ve müjdelemiştir. Kuran da Yahya’dan söz edilmemesine karşın dolaylı olarak tanrının sözünü aktararak bir peygamber bildirilir.
“VAFTİZCİ YAHYA” İKONASI...İsa’yı vaftiz edişi tasvirli
Resim 30 “Vaftizci Yahya Kilisesi duvarındaki Freskler”
DİDO SOTİRİOU
*1909 Aydın/ ÇİRKİNCE KÖYÜ Bir sabun yapımcısının kızıdır. Aydın ilinde doğdu ve Çirkince Köyünde yaşadı. 1922 yılında Anadolu’dan ayrılarak Yunanistan’a amcasının yanına gitmek zorunda kaldı. Ailesi ondan sonra göç etti. İlk çocukluk yıllarını annesi ile birlikte Çirkince’de geçirdi. “Bir kız çocuğu için eğitimin gereksiz olduğunu” düşünen ailesine rağmen “eğitim üyesi” oldu.
Kendisini şöyle anlatıyor:
“ Geç eğitim gördüm. Geç yazdım.Tutucu bir ailede yetiştim. Ve toplumun yasakları ile orta okul sıralarından beri özgürlük, bağımsızlık ve insan hakları için mücadele ederek büyüdüm....”
Ailesinin kısıtlamaları, göçmek zorunda kalmasının yarattığı acılar , Alman faşistlerin giriştiği katliamlar, Alman işgali sırasında (1940-1945) yer altı basınında önemli görevler alması Didonun yaşamında önemli noktalardan bazılarıdır.
Yazarın önemli eserlerinden olan “Benden selam söyle Anadolu’ya” 1962 tarihinde yayınlandı. Sonra yıllarda “en çok satanlar” arasında yer aldı. Son yıllarda bu kitaba gösterilen ilgi, değerinin yeni anlaşıldığını gösteriyor. Çünkü 1995 tarihinde Türkçe olarak yayınlanan roman toplam 57. baskısını yapmış durumda. Romanın Fransızca’dan Türkçe’ye çevrilmesinin ardından (1970) 1998 tarihine kadar 14. baskı yapıldı. Bir çok Yunanlı ve Türk yazardan tebrik almıştır.
Yazar 1982 yılında “Abdi İpekçi Türk-Yunan Dostluk Ödülü” aldı.
n 23 EYLÜL 2004 Athen/Griechenland kentinde yaşama veda etti. Şirince köyünde onuruna kilise büyük bir ayin düzenlendi.
Sotiriou için düzenlenen ayini Bartholomeos yönetti…
"Benden Selam Söyle Anadolu’ya" adlı kitabın yazarı olan Didi Sotiriou için, Şirince Köyü Kilisesi’nde düzenlenen ayine, Fener Rum Patriği Bartholomeos’un yanı sıra Yunanistan’ın Efes Kenti Belediye Başkanı Papacıkzistos Gzigozios, Belediye Başkan Yardımcısı Dalamıtras Basılıos ve Atina Milletvekili Antomios Karpouzo ile 100’e yakın Yunan katıldı.
Patrik Bartholomeos, ayine başlamadan önce, "Bugün burada çok sevilen ve sayılan dünyaca ünlü yazarımızı hep beraber anacağız. Zannediyorum ki onu bütün Anadolulular, Şirinceliler ve İstanbullular hasretle anacaklar. Kendisinin çok güzel kitapları vardı, özellikle "Benden Selam Söyle Anadolu’ya" adlı kitabını çok beğeniyle okudum. Ölümüyle hepimiz çok üzüldük" dedi. Bir soru üzerine Türk-Yunan ilişkilerine de değinen Patrik Bartholomeos, "Türkiye’de, Türk-Yunan ilişkileri bu aralar yoğunlaşmış durumda. İki milletin yan yana gelip çok güzel projeler üreteceğine inanıyorum. İki ülkenin dostluğunun daim kılınması için iş adamları ve politikacılara, yani hepimize ihtiyaç var. İki ülkenin çok güzel işler üretebilmeleri için mücadele etmeliyiz" diye konuştu.
Şirince Köyü’nde bulunan kilisenin önündeki dilek suyuna para atan Patrik Bartholomeos, "Sürekli barış ve kardeşlik" dileğinde bulunduğunu söyledi.
İZMİR (İHA) -
Yayın Tarihi :26 Eylül 2004 Pazar
ESERLERİ :
Ø İNEKRİ PERİMENUN / Ölüler Bekliyor 1959, Roman
Ø İLEKTRA / Tekrar Doğuş 1961, Roman
Ø MATOMENA HOMATA / Kanlanan topraklar 1962, Roman
Ø MİKROASİAATİKİ KATASTROPHİ KEİ STATEGİKİ TOU İMBERİALİSMOU ANLİTİKİ MESSAGİA / Küçük Asya 1975, İNCELEME
Ø BENDEN SELAM SÖYLE ANADOLU’YA 1962, Roman
Ø MESA STİS FLOGES / Yalımlar İçinde1979, Roman
Ø EPİS KEPTES / Konuklar 1979, Roman
Ø KATEDEL FİZAMETHAL/ Yıkılıyorduk 1982, Roman
ÇİRKİNCE hakkında yazdıkları;
--“ Şu yeryüzünde cennet diye bir şey varsa , bizim Kırkıca o cennetin bir parçası olsa gerekti. Ormanlarla kaplı dağlık bir bölgede kuruluydu köy.Önümüzdeki denize kadar göz alabildiğine uzayan Efes Ovası ... Ve baştan başa emiş bahçeleri ile incirlikleri ile zeytinliklerle, tütün pamuk,mısır ve susam tarlaları ile dolu olan bu ova bizim köye aitti....”
--“ Hani , köylüyü iliğine kadar sömüren büyük toprak ağaları vardır ya, bizim orda yerleri yoktu onların. Ve o çağda, tarlaları zorbalığa getirip ipotek altına almak da kolay bir iş değildi. Kendi arazisinin efendiydi ve her köylünün iki katlı bir evi vardı. Ayrıca ceviz, badem, elma, armut, kiraz ağaçlarıyla ve sebze bahçeleri ile çevrili, yazlık bir evi vardı. Ve hiç kimse bahçesini çiçeklerle donatmayı ihmal etmezdi…Ve dört bir yandan fışkıran akarsuların ne kış ne yaz kesilmezdi türküsü... Buğdayla arpanın yetiştiği vakit, tarlalarımız altın yaldızlı bir denizden farksız olurdu. Bizimkiler gibi verimli, dalları ürün bolluğundan yerleri yalayan , öz suyu dolu , yusyuvarlak, simsiyah , pırıl pırıl zeytinli ağaçlara başka bir yerde rastlayamazdınız. Yavaş ama sağlam bir geçim kaynağı idi , zeytinyağı. Ama incir... köylünün kemerini altınla dolduran incir...! Sadece Aydın ilinde değil bütün Doğuda, Avrupa’da ve Amerika’da bile ün yapmış incirlerimiz. Derisi var mı yok mu anlayamazdınız, öylesine ince idi; Anadolu’nun o canım ballanmışlardı....”
--“Tanrının bizlere verdiği bir başka nimet de , dalgalandığı vakit okyanusu andıran göllerdi. Hacı Suluk istasyonunda duran trenden, her gün bir alay yolcuyla tüccar, seyyar satıcıların hemen oracıkta mangallar üzerinde kızarttıkları göl balıklarına büyük bir iştahla saldırırlardı....Balık deyip de geçmeyelim . Her biri iki-üç okka tartan balıklar..! Çayırlarımızda bir ebedi bahar havası kazandırıyordu bu bolluk.Hayvanlar nasılda besili idi.... Otlağın ortasında yayılıp dinlenmeye koyuldukları vakit,
”Var mı bana yan bakan “diye çalım satan beyleri andırıyorlardı....”
--“Kırkıca, yazları boşalıverirdi. Sadece birkaç bekçi kalırdı köyde. Bütün ahali, kırdaki evlere dağılırdı. Ancak, ekime doğru, büyük Aya Dimitri Panayırı yaklaşırken köye dönerlerdi. Badanaya , son bahar temizliğine girişirdi kadınlar. Kap kaçaktan başlayıp sokağa varıncaya dek ellerine ne gelirse paklamayı adet edinmişlerdi. Ve öylesine aklanırdı ki köy aniden, yollarda yürümeye kıyamazdınız. Tüm dükkanlar, kahveler, iki kilise ile üç okulumuz ve köyün tek Türk binası olan Zaptiye Dairesi defne ve mersin dallarından görünmez olurdu....”
“Çirkinceli Efeler” Babamın dedesi ve arkadaşları “ÇİRKİNCELİ MEMET EFE” KEÇİ KALESİ HATIRASI
[1] MEANDER;menderes nehrini tasvir eden kıvrımlı şekil
[2] APSİS ; Bazilikalar erken Hıristiyanlık devrinde Batı ve Doğu yönünde dışarıya doğru taşan bir niş ile son bulur. B niş APSİS adını alır.
[3] İKONASTASİS ;Tanrısal motiflerin ve resimlerin dizili olduğu bir tür perdedir.
[4] NİŞ: Duvarlarda gömme olarak yapılmış, içine mum koyulan gözlerdir.
[5] APSİS: Geç dönem Bizans mimarisindeki yapıların doğu yönünde yapıların dışına doğru uzanan ay biçimindeki çıkıntıdır.
[6] NEMİKA TEYZE ; EŞEKÇİ Ali’nin karısı. Köyün ileri gelenlerinden. Aynı zamanda giderek azalan yaşlılardan. 2000 Yılında düzenlenen Mübadele İnsanlarının yanına giden kişilerden. Selanik’e ve Neo Efesos’a giden İLK Şirincelilerden. Çarşıda dantel satarak geçimini sağlayan, mavi gözlü yaşlı bir teyzemiz
[7] Küçük Asya’daki Yedi Kilise: “EPHESUS, SMYRNA, PERGAMUM, THYARTERİA, SARDİS, PHİLADELPİA ve LAODİCEA kentlerinde bulunan birbirine bağlı 7 adet kilise.
MÜBADELE SONRASI YUNANİSTANDA KURULAN:
Mübadele ile Türkiye’den Yunanistan’a gelen Muhacirler(Mübadiller),gelmeden önce esirlikten , açlıktan ve hastalıktan çok çektiler. Günlerce hatta aylarca çadırlarda yaşadılar.
1926 tarihinde Yunan Hükümeti nihayet Mübadillere “ev” vermişti. Fakat ev olarak verilen yapılar; kargıdan çakma ve üstü kerpiçle sıvalı evlerdi. Fakat çadırdan daha iyi idi. Üstleri kiremit örtü ile kapalıydı. Bir süre böyle yaşadılar. Gece gündüz çalışmışlar.
Çirkince’den gidenler Türkçe konuşurdu. Anadolu’da Türk Topraklarında doğup büyüdüklerinden, anadilleri Türkçe idi. Yerli Yunanlılar; “Türkler geldi...! Türk bunlar...! Muhacirler,tarlalarımızı elimizden alacak...Gitsin bunlar...!”diyerek kızarlar ve istemezlerdi.
Mübadiller yunanlılardan çok çektiler. Sonunda Yunan Hükümeti : “—Oradan geldiler, buradan nereye sürelim? Başka çare yok..!” dedi. Mübadillere arazi verdiler.
Sonunda Çirkinceliler “YENİ EFES” anlamına gelen “NEO EPHESOS”’u kurdular. Evlerini, okullarını ve kiliselerini yaptılar. 8-10 sene kadar sıkıntı içinde yaşadılar. Ölen öldü, kalan kaldı. Doğura doğura yine çoğaldılar. Çirkince’deki evlerinin aynısını ama daha güzelini yaptılar. Aynı okul,aynı kilise ve aynı manastırları yaptılar. Hep Çirkince’ye dönüp, yeniden bağ-bahçe alma hayalleri ile yaşadılar. Gelmek isteyipte gelemeyenler “—Bu sene olmadı... Yeni sene gideriz gayri...!” diyerek, yaşadılar. Ölüp gittiler.
Şimdi birkaç Çirkinceli kalmış günümüze kadar!
ANGELA KATARİNİ, PANAYOTA HASIRCI, NİKOLOAS KATIRCI, STELLA KABASAKALİ, KALOPİ HORİ, STELLA KALENDRECO, PANAYOTA HORİ gibi....
Neo Ephesos köyü , şimdiki OLYİMPOS Dağı’nın , Katarini tarafına düşen bir ovanın ortasındaki yüksekçe bir tepeye kurulmuş. Etrafı tütün, buğday tarlaları, meyve bahçeleri ve özellikle kivi bahçeleri ile doludur.Yem yeşil ve sulaktır.
Tanrıların Dağı Olyimpos , İDA dağının tam karşısına düşer. Yunanistan’ın en yüksek dağıdır. Hem Olyimpos ve İda dağı mitolojik önemi çok büyüktür. Selanik’ten bile görülüyor.
1926 tarihinde Yunan Hükümeti nihayet Mübadillere “ev” vermişti. Fakat ev olarak verilen yapılar; kargıdan çakma ve üstü kerpiçle sıvalı evlerdi. Fakat çadırdan daha iyi idi. Üstleri kiremit örtü ile kapalıydı. Bir süre böyle yaşadılar. Gece gündüz çalışmışlar.
Çirkince’den gidenler Türkçe konuşurdu. Anadolu’da Türk Topraklarında doğup büyüdüklerinden, anadilleri Türkçe idi. Yerli Yunanlılar; “Türkler geldi...! Türk bunlar...! Muhacirler,tarlalarımızı elimizden alacak...Gitsin bunlar...!”diyerek kızarlar ve istemezlerdi.
Mübadiller yunanlılardan çok çektiler. Sonunda Yunan Hükümeti : “—Oradan geldiler, buradan nereye sürelim? Başka çare yok..!” dedi. Mübadillere arazi verdiler.
Sonunda Çirkinceliler “YENİ EFES” anlamına gelen “NEO EPHESOS”’u kurdular. Evlerini, okullarını ve kiliselerini yaptılar. 8-10 sene kadar sıkıntı içinde yaşadılar. Ölen öldü, kalan kaldı. Doğura doğura yine çoğaldılar. Çirkince’deki evlerinin aynısını ama daha güzelini yaptılar. Aynı okul,aynı kilise ve aynı manastırları yaptılar. Hep Çirkince’ye dönüp, yeniden bağ-bahçe alma hayalleri ile yaşadılar. Gelmek isteyipte gelemeyenler “—Bu sene olmadı... Yeni sene gideriz gayri...!” diyerek, yaşadılar. Ölüp gittiler.
Şimdi birkaç Çirkinceli kalmış günümüze kadar!
ANGELA KATARİNİ, PANAYOTA HASIRCI, NİKOLOAS KATIRCI, STELLA KABASAKALİ, KALOPİ HORİ, STELLA KALENDRECO, PANAYOTA HORİ gibi....
Neo Ephesos köyü , şimdiki OLYİMPOS Dağı’nın , Katarini tarafına düşen bir ovanın ortasındaki yüksekçe bir tepeye kurulmuş. Etrafı tütün, buğday tarlaları, meyve bahçeleri ve özellikle kivi bahçeleri ile doludur.Yem yeşil ve sulaktır.
Tanrıların Dağı Olyimpos , İDA dağının tam karşısına düşer. Yunanistan’ın en yüksek dağıdır. Hem Olyimpos ve İda dağı mitolojik önemi çok büyüktür. Selanik’ten bile görülüyor.
DİDO SOTİRİO /// VALİ KAZIM DİRİK PAŞA /// İZMİRİN ÇİRKİNCE'YE ETKİSİ /// MÜBADELE İLE RUM HALKININ İZMİR'i VE ÇİRKİNCE'Yİ TERK EDİŞ
“BENDEN SELAM SÖYLE ANADOLU’YA”
DİDO SOTİRİOU
Bir gazeteye ait köşe yazısında, DİDO SOTİRİOU ile köşe yazarı NEBİL ÖZENTÜRK arasında geçen röportajda, DİDO SOTİRİOU’NUN 80 küsür yaşında olmasına karşın, içindeki vatan sevgisi ve geçmişte bağımsızlık ve özgürlük adına verdiği mücadele ve içindeki başkaldırışın hala varolduğu belli oluyor.
Röportajda DİDO şunları dile getiriyor :
---“Ana yurduma selam söyle benden Kör Memed’in damadına....! - --- Benden selam söyle Anadolu’ya ...”
---“ Toprağını kanla suladık diye bize garezleşmesin , ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların Allah bin belasını versin...”
Ve DİDO şu dilekleri ile konuşmasına son veriyor:
---“ Barışın ve dostluğun kıymeti hala anlaşılamıyor. Ve hala eften püften şeylerden gerginlik yaratılıyor. Şu bilinmeli ki, Anadolu halkı da Yunan halkı da suni sürtüşmeler istemiyor. Her iki halk, kardeş gibi....
Halk başkadır, Hükümet başkadır. Hamasi nutuklar atan siyasetçilerin tuzağına düşmemek lazım...
Aslında her iki yakada da güzel uğraşlar yapılırken, birileri külhan beylik taslıyor, karşılık veriliyor ve yine başa dönülüyor....” “Hayatın İçinden”
NEBİL ÖZGENTÜRK 5 EYLÜL 1999
DİDO SOTİRİOU’NUN geçmişte , bağımsızlık ve özgürlük adına verdiği büyük mücadeleye saygı ile karşılıyorum ve eski ŞİRİNCE yani ÇİRKİNCE hakkında, büyük ve değerli “Benden selam söyle Anadolu’ya” isimli eserinden aldığım kaynaklar için sonsuz teşekkürlerimi belirtip en içten saygı ve sevgilerimi sunuyorum...
UMUT ARABUL
Aradan çok uzun zaman geçti ve koca bir ülke deprem ile karşılaştı. Yürekler yerle bir oldu. 17 Ağustos 2000 Marmara depremi ve Yunanistan’daki ikinci bir deprem iki ülke halkını birbirine daha da çok yakınlaştırdı ve bütün siyasi soğuklukları bile unutturdu.
Gençlik yıllarında
“ Sıla derdine düşününce ,
Yunanlı ile kardeş olduğunu…
Bir Rum şarkısı duyunca, gör,
gurbet elde ...İstanbul çocuğunu...”
diye şiirler yazan Bülent ECEVİT ile Yunanistan Başbakanı SİMİTİS, günlerce zeytin dalları ile selamlaşıp durdular...
Yani hamasi nutukların, külhanbeyliğin yerini içtenlikli demeçler ve yüreklerin hissettiği dayanışmalar aldı... Anadolu ve Yunan halkı zaten kardeşti. Depremlerle daha bir sokuldu birbirine böylece...
-Ve umut edelim ki (–DİDO’NUN kaygısı) yine başa dönülmesin.!
-Ve eminim ki eğer hala aynı yaşlı DİDO ise şimdi çok mutlu ve huzurlu....
Her iki ülke halkı arasında dostluk rüzgarları konsersiz olmaz tabi.! Atina ve İstanbul’da deprem yaralarını sarmak için iki dev konser verildi. Zülfü LİVANELİ, THEODORAKİS ve Maria FARANDURİ 7 Eylül Salı akşamı Atina Anayasa Meydanında. 8 Eylül 2000 akşamı da Harbiye Açık Hava Tiyatrosunda, Alman , Yunan ve Türk müzisyenlerden oluşan orkestra eşliğinde deprem zedelerle dayanışma türküleri ve ağıtlar söylendi.
Yine aynı amaçlı etkinlikler Şirince’de de oldu. 77 yıl önce “Büyük Mübadele” ile buralardan göç etmek zorunda kalan [1]mübadillerin torunları ve çocukları , 13 kasım 2000 tarihinde Şirince köyüne gelerek atalarının doğduğu topraklarda hasret giderdiler. Şirince köyünü ilk kuruluş zamanında, kuran kişilerin “TEPEDEKİ EFES” denmesinden esinlenerek Yunanistan da kurdukları yeni köylerine de benzer isim koymuşlardır. Yeni kurdukları bu köyün ismi ise [2]“NEO EPHESOS”dur. 13 kasım 2000 tarihinde gelen bu grup NEO EPHESOS’lu Yunanlılardır. Onlar Mübadillerin torunları ve çocuklarından oluşan 75 kişilik bir gruptu. Bu grup Şirince de büyük coşku ve sevgi ile karşılandı. Köydeki Vaftizci Yahya Kilisesinde dualar edip, atalarının doğduğu evleri gezdiler. Davul zurna eşliğinde Şirinceli köylülerle halay çekip , yemek yediler. Lokma döküldü. Selçuk Belediyesinin katkıları ile Lozan Mübadilleri Vakfı girişimi, Şirince Köyü Muhtarlığı ve Yeni Efes Anadolular Kültür Derneği tarafından düzenlenen bu “KAVUŞMA GÜNÜ” hem Yunanlıları hem de Türk köylülerini çok heyecanlandırdı.Selçuk Belediye başkanı Vefa ÜLGÜR, Yunan köylülerinin ziyaretinden büyük mutluluk duyduğunu belirterek:
--“Ortak kültürü paylaştığımız eski Şirincelilere ve Efeslilere kapımız her zaman açık” dedi.
Heraklidos Yeni Efes Anadoluluları Kültür Derneği Başkanı, YOHANNİS DİMİTRİYADİS ise Türk dostlarını bir an önce NEO EPHESOS köyünde görmek istediklerini vurguladı.
Eski Şirinceliler , atalarının yaşadığı bu topraklarını ve evleri görünce göz yaşlarını tutamadılar ve akşam saatlerine kadar komşularından ayrılamadılar.
VALİ KAZIM DİRİK PAŞA
“KAZIM DİRİK PAŞA”
1879 yılında bir manastırda doğan İzmir Valisi KAZIM DİRİK PAŞA, 1899 yılında Harbiye’den Piyade Teğmeni olarak mezun oldu. Balkan Savaşı sırasında Batı Anadolu Menzil Komutanlığı yapmıştır. 26 mart 1926 tarihinde İzmir’e tayin edildi. 7 ağustos 1935 tarihine kadar da insan üstü bir güçle İzmir’de çalışmalar yaptı. 200 kadar okul yapımını sayısız yol ve çeşmenin yapımını gerçekleşmiştir.
“Ayrancı Vali” olarak tanınan Kazım DİRİK, aktarıldığına göre, Çirkince’nin
ismini değiştirip Şirince yapan kişidir.
--“ Bu köyün ismi ÇİRKİNCE....Bu güzel köyün ismi Çirkince olmamalı....Bundan sonra bu köyün ismi “ŞİRİNCE” olsun ...”
Verdiği bu emirden sonra Çirkince artık “ŞİRİNCE” olmuş.
Kendisine bu ilhamı veren Şirince ilkokulunun öğretmeni Suat Bey’in yazdığı marşı Kazım Paşanın onuruna okumasıdır. Marşta geçen “Diyelim köyümüze Şirince” sözü olmuştur.
Muallim Suat Bey’in yazdığı marş:
“Diyelim köyümüze Şirinc”
Köyümüz şeref saçar, Gece gökte yıldızlar,
Yaylaların üstüne.. Birer elmas parçası...
Küme küme kuş uçar, Her tarafı yaldızlar,
Tarlaların üstüne... Hain altın fırçası...
Soğuk kaynak suları, Kaval ile çobanlar,
Şırıl şırıl şırıldar. Dağdan dağa seslenir...
Söğütlerin dalları, Sürü sürü koyunlar,
Sulara gölge yapar. Yamaçlarda beslenir...
Kimdir diyen acaba Kimdir diyen acaba,
Bu yerlere Çirkince.? Bu yerlere Çirkince...
Biz diyelim daima, Biz diyelim daima,
Köyümüze ŞİRİNCE... Köyümüze Şirince...
ÖĞR. MUHALLIM SUAT BEY
”BAY CORPOUZA” AYASULUK BÖLGESİNİN İLK TURİZMCİSİ . OTELİ ŞUAN Kİ SELÇUK TREN İSTASYONUN KARŞISINDAKİ “CORPOUZA CAFE”
İZMİR’İN ÇİRKİNCE’YE ETKİSİ
Yüzyıllardan beri İzmir (Smyrna) çevre yerleşim yerlerini etkilemiştir. Gerek kıyı kentleri gerekse iç bölgelerdeki kentleri etkisi altına almış , Küçük Asya’nın büyük kenti Smyrna... 19. yüzyılda nüfus bakımından düzenli bir artış göstermiştir. Nüfusun artışı ile beraber büyümenin doğurduğu ihtiyaçların ve ticaretin tartışılmaz üstünlüğünü elinde tuttu. Anadolu’nun ekonomik dünyasının başlıca dayanak noktası İstanbul’dan sonra İzmir idi. İzmir’de ve çevresinde yaşayan Rumların ekonomik faaliyetlerini doğrudan etkiliyordu. Ege kıyısındaki elverişli konumu ile İzmir asırlar boyunca kara trafiğinin yanı sıra gemi taşımacılığı, deniz ticareti için de çekici bir merkez olmuştur. 18. yüzyılda açılan Avrupa Pazarında ODESA , Selanik, Beyrut ve İskenderiye limanları arasında süren ticaret, İzmir’in sahip olduğu güvenli ve uygun geçiş noktası özelliğinden dolayı imrenilecek bir liman konumuna yükseltmişti. Başkentten doğu şehirlere mal götüren kervanlar bile yollarını değiştirip İzmir’den geçiyorlardı. Sahip olduğu doğal servetlerle İzmir çok önceleri bir çok yabancıyı çekmiş, şehrin içine yerleştirmiştir.
İzmir, girişimci Rumlar ve Ermeniler için adeta bir mıknatıs işlevi görmekte idi.İzmir’in etkisinde kalan küçük şehirlere gelince buralarda yaşayan yerel nüfusta ihtiyaç
maddeleri konusunda uygun fiyatlarla çok çeşitli kaynaklar sunan İzmir kaynaklı ticaretten faydalanmakta idi. Kıyı, küçük şehirlerde ve köylerdeki halk şu veya bu şekilde toprağa bağlı idi. Ya kendileri veya başkaları için toprağı işliyorlar yada topraktan topladıkları mahsulü satıyorlardı . Bu durum yatırım açısından toprağı cazip kılıyor. İzmirli büyük yatırımcılar da bu sektöre yöneliyorlardı. Yüzyılın ortasında Küçük Asya’yı ziyaret eden gözlemciler uygun yerlerde , tarıma elverişli geniş alanlar karşısında çarpılıp kalıyorlardı. [3]NASSAU SENİUR daha yola çıkmadan önce bölgede kendini neyin beklediği konusunda uyarılmıştır.
“İzmir’de iken Efes’i ziyaret edin. Buraya giderken 50 mil boyunca, dünyada benzeri görülmeyecek bir iklime sahip olan verimli topraklardan geçecek ve yol üzerinde yöre sakinlerini ve ekili dikili arazileri göreceksiniz.”
Bol ucuz ve güvenilir ürün olduğundan söz edilirken Şirince (Çirkince) bu pazarın büyük bölümünden pay alıyordu.Çirkince’den İzmir pazarına ; İncir, şeftali, üzüm, zeytin ve zeytinyağı, şarap, şeker kamışı, tütün , dut gibi kolay pazarlanabilen ürünleri getiriyorlardı. Ve bu pazardan ürünlerini nakit karşılığı satarak büyük gelir elde ediyorlardı.
DİDO SOTİRİOU romanında Şirince ve İzmir hakkında şunları diyor:
---“1910 Eylül ayı.Rıhtıma gelince , her şeyi unuttum. Yep yeni ve dayanılmaz bir tatlılık kapladı içimi. Nereye bakacağımı , ilkin hangi hazzı duyacağımı şaşırmış, gitmiştim... Denize mi? Hiç batmadan suyu yarıp giden Hamidiye Vapurlarına mı?
Kafesli balkonları esrar dolu , kocaman mermer binalara mı? Kaldırım döşeli cadde de, ahenkli bir gürültü ile uzaklaşan arabalara mı?
Atlı tramvaylara mı yoksa?
Yoksa hiç çalışmıyormuşçasına bir
bayram havası içinde kulüplere ve kahvelere girip çıkan şu neşeli , gürültücü ve kaygısız insanlara mı?
Mendireğin üzerinde durmuşum, sokmuşum ellerimi cebime, büyülenmiş gibi kalmışım bir an... Dalgalar kalkıp iniyor. Kocaman kaldırım taşlarını yıkıyorlar. Bu ne hoş koku böylece! İskeleleri tutan demir kirişlerin üzerine milyonlarca istiridye yapışmış,salkımlar halinde. İngiliz iskelesi, yeni iskele ve uzun iskele... Kocaman limanın işleyen elleri bunlar. Tahmil-Tahliye buradan yapılıyor... Buradan gidiyor Anadolu’nun mübarek yemişleri yabancı diyarlara ve yabancıların altınları buradan içeri giriyor.”
Ve devam ediyor:
---“Rum unsuru, bütün İzmir’de olduğu gibi, buraya da damgasını vurmuştu. Herkes Rumca konuşuyordu burada. Türklerle; şarkılar... Yahudiler, Ermenilerle bile...”
Şirince köylülerinin ürünleri İzmir pazarında satıldığında küçük büyük , bütün yüzler gülerdi... Paralar keselere girmiş olurdu. Sonrada kışın İzmir’e tekrar gidilirdi. Yeni süs eşyası ve çeyiz almaya...
İzmir yüzyıllardan beri Şirince’yi de etkilemiştir. Halen daha da etkisi altındadır.Şu anda da mahsulün bir bölümü Köyün merkezinde satılır. Bir bölümü İzmir’den gelen tüccarlara satılır. Mahsulden kazandıkları paraları ise İzmir’de harcarlar ,İzmir’de eğlenirler.
ÇİRKİNCE KÖYÜNDEKİ TÜRK VE RUM HALKININ MÜBADELESİ
30 Kasım 1923
Lozan Anlaşmasının eki olan “Türk ve Rum Ahalisine Dair Mukavelename ve Protokol” , 30 Kasım 1923 tarihinde imzalandı. Ve yürürlüğe girdi. Sözleşmeye Türkiye adına M. İsmet, Doktor Rıza Nur ve Hasan imza koydular. Yunanistan’ı Venizeloz ve Kaklamanos temsil ederek imza atanlardandır.İstanbul Rumları ve Batı Trakya Türkleri bu sözleşmenin dışında tutuldu. Bu sözleşmeye 1912 yılından sonra bulundukları toprakları terk edenlerde bu sözleşmeye alındı. Onlara “MUHACİR” adı verildi.Anlaşmadan çıkan bazı kararlar ve sonuçlar:
Ø Türkiye’den ilk çıkarılanlar; daha önceden aileleri Yunanistan’a geçmiş, kendileri kalmış Rumlardı.
Ø 9 Eylül 1922 sularında, başta Batı Anadolu olmak üzere Rum halkı , evlerini ve tarlalarını yunan Bozgunu nedeni ile terk edilmiş bulunuyordu.
Ø Muğla, Konya, Antalya gibi yörelerde bulunan Rumlar, Lozan Anlaşması uyarınca zorunlu göçe uğramışlardı.
Ø Sözleşme, Türk ve Rum halkının her türlü hukuki çıkarlarını garanti etmişti.
Ø Suç işlemiş olanlar yargılanıyorsa hakları ve yargılamaları gittikleri ülkelere devredilmişti.
Ø Muhacirlerin taşınabilir mallarına gümrük serbesti uygulanmıştı.
Ø Her iki tarafın halkı, kilise, cami, dernek gibi kurumların eşyalarını taşımakta serbest bırakılmışlardı.
Ø Terk ettikleri taşınmazları, komisyonlara kaydettirerek gittikleri ülkelerde aynı koşullarda ve aynı değerlerde terk edilmiş mallar (EMVALİ METRUKE ) kendilerine devredilmişti. Komisyonlar bu malların değerlerine ilişkin belgeler düzenlediler. Bıraktıkları mallara karşılık, gerektiğinde para ödemeleri yapılacağını, sözleşme kararına bağlamışlardı.
Daha önceden 13 Ekim 1923 tarihinde Mübadele İmar ve İskan Vekaleti kurulmuştur.
8 Kasım 1923 tarihinde kabul edilen Mübadele İmar ve İskan Kanunu yürürlüğe girdi. Vekil İzmir Mebusu Mustafa Necati, işin başarı ile sonuçlanması için “Hilali Ahmer” (KIZILAY) Cemiyetinden yardım istedi. 6 Mart 1923 tarihinde Vekalet ile Cemiyet arasında sözleşme imzalanmış. Böylelikle Kızılay’ın desteği sağlanmıştı.
İzmir 4. İskan Mıntıkası olarak saptandı. Mıntıka Müdürü olarak İHSAN PAŞA atandı. 26 Kasım 1923 günü bölgeye gelerek çalışmalara başlamıştı. Kordondaki bütün boş yapılar, Vekaletin emrine verilmiştir.
İzmir’deki Tepecik Emrazi Hastanesi Sariye Hastanesi hastalar için hazırlanmış.Klazumen (urla) Misafirhanesi açılarak, önlemler arttırılmış. Ayrıca gelenlere sıcak çay, çorba ve çamaşır ihtiyaçlarını vermek için gerekli sayıda malzeme Hilali Ahmer Cemiyeti ile ortaklaşa giderilmiştir. Çeşme ve Bayındırda , İngilizlerden sağlanan saç levhalarla geçici misafirhaneler kurulmuştur. İzmir’de İki çeşmelik Dispanseri ile Kemer İstasyonuna kurulan dispanserin açılması ile gelenlerin sağlık sorunları ile 1923 yılının aralık ayının sonundan itibaren ilgilenmeye başlamıştı. 10 Kasım 1923 tarihinde yürürlüğe girmesi kararlaştırılan mübadele ile suyun öte yanında da Kazana’da 1500, Karaferya İstasyonunda 1000, Ahdova ‘da 1000 kişilik geçici konaklama imkanı oluşturuldu. Çadır ve gerekli malzeme sağlanarak tahliye iskelelerine ve istasyonlarına ulaştırıldı.
1923 yılının sonuna dek Türk gemi ve trenleri ile 60318 göçmen ; Girit, Kavala, Drama ve Selanik ‘ten , Türkiye’ye getirildi. 1923-1924 tarihleri arasında toplam 60318 kişinin çetin şartlara rağmen taşıma işlemleri sürdürüldü ve 1924 yılının sonlarına doğru taşıma işlemleri bitti.
Taşıma, yerleştirme işlemleri sırasında ve mübadil sevkleri sırasında kargaşa yaşandı. Aynı köyün insanları farklı gemilere bindirildi. Hiç malı olamayanlara, mal beyanlarına bakılmadan usulsüz mal dağılımı oldu. Gelenlerin çoğu işçi idi. Ticaretle uğraşanlar çok azdı. Bir grup insan da yardıma muhtaç durumda idi. Kimileri ise her şeyini yitirmiş olarak Türkiye’ye ayak bastılar. Her iki hükümetinde mübadele hazırlıkları yetersiz kalmıştı. Tütüncüleri dağa götürmek gibi uygunsuz durumlar görüldü. Taşıma sırasında salgın hastalıklar baş gösterdi.
Mübadiller perişan durumda Türkiye’nin belli başlı yerlerine ; Ayvalık, Erdek, Çeşme, Kuşadası, İzmir, Fethiye gibi limanlara ulaştırıldı. 1933 yılına dek Hilali Ahmer Cemiyetinin çalışmaları ve yardımları sürdü.
Sonuçta 500.000 Türk, Yunanistan’dan Türkiye’ye deniz ve kara yolu ile taşındı. Bu kıyametin içinde Selanik , Manastır, Kavala ve Pravuşta Muhacirleri , Çirkince’ye geldiler.
Anlatılan o ki: Kavala, Kula, Dedebol, Alasonya, Drama, Müştiyan , Daryan ve Çıtak köylüleri bir gemiye dolarak İzmir’e ulaşmışlar. Köylerden Müştiyan’ın nüfusunun yarısı Rum muş. Diğer köyler 30 hanelik küçük yerleşmelermiş. Göçmenlerin hepsi Akdeniz Gemisine dolarak İzmir’e ayak bastılar. Bir süre Kemer’de alıkonulduktan sonra istedikleri yerlere dağılmışlar. Ödemiş’e yerleşenlerin yanında, Aydın Atça’dan geçip Çirkince’ye yerleşenlerde olmuş. Yolu bile olmayan Çirkince Köyünün ,göçmenlerin arasından sözü geçebilen yaşlılar gelip bakmışlar. Mamur ve bakımlı görünce yerleşmişler ve olanlar daha sonra olmuş.
Girit Adasından gelenler Kuşadası kasabasına ayak basmışlar ve gemide hayvanlar ve eşyalarla yan yana yolculuk ettiklerini anlatıyorlar.
Selanik, Pravuşta, Kavala, Girit Adasından gelenler Çirkince’ye kesin olarak yerleşenlerdendir. Ve yerleşmelerinin hemen ardından köy yeniden canlanmaya ve zamanla bu günkü durumunu almaya başlar.
MÜBADELE İLE RUM HALKININ İZMİR’İ VE ÇİRKİNCE’Yİ
TERK EDİŞ
TÜRK KURTULUŞ SAVAŞI’NI noktalayan 22 AĞUSTOS 1922 tarihindeki BÜYÜK TAARUZ ZAFERİ ve hemen ardından 9 eylül gününe ulaşıldığında , 15 Mayıs 1919 tarihinden itibaren beri süren YUNAN İŞĞALİ’NİN sonu gelmişti.....
İzmir’e TÜRK ORDULARININ girişi Paris kaynaklı bir haber yolu ile 11 Eylül tarihli Atina Gazetelerinde yer aldı. ELEFTERA VİMA gazetesi 10 Eylül Paris kaynaklı haberi:
“İzmir dün sabahtan beri 2. Süvari Alayı Komutanı ZEKİ BEY tarafından işgal edilmiştir.Her şey Türk Ordusunun denetimi ve güdümü altındadır.”
Biçiminde yayınlanmıştır.
İzmir’in alınmasından çok önce başlayan Yunan Ordusunun çekilmesi, yarattığı kıyım ve yıkımın yanında , yerli Rumların da evlerini terk etmelerine neden oldu.Ordu çekilirken endişeli yerli Rumlar, demir yolu aracılığı ile çoğu kez de yaya ele geçirdikleri ne varsa yola çıktılar.İzmir bir anda ana baba gününe dönmüştü. 9 Eylül’ü izleyen günlerde de kıyıdan bulabildikleri tekne ve kayıklarla ayrılanlar çok sayıda idi.
(Türk Tarihinde bu olaya: 9 EYLÜL YUNANIN DENİZE DÖKÜLÜŞÜ olarak geçmektedir.) Çeşme, Ayvalık, Kuşadası liman yolunu kullanarak Türkiye’yi terk edenler; Adalara ve sonuçta Pire Limanı ve çevresine ulaştılar. 13 Eylül tarihinde patlak veren “İzmir yangını” bu kaçışın üzerine yeni bir felaket gibi geldi.
DİDO SOTİRİOU romanın sonunda belirttiği gibi ; “ Yangının çıkış kaynağı AYA DİMİTRİ Mahallesi yani Ermeni Mahallesi idi. Yangın, Ermeni Teröristler tarafından başlatılmıştı. Ancak güney doğudan esen , İzmir’de ender görülen bir rüzgarın etkisinde kaldı. Ve yangın Basmane Meydanından çıkıp Fevzi Paşa Bulvarı boyunca, denize ve oradan da Fuarın kurulu olduğu alandan, Bel la Vista’ya ulaşmıştı.”
İşte Yunanlıların “KÜÇÜK ASYA FELAKETİ” dedikleri bu olay sırasında Çirkinceliler Rumlar, Aydın Demiryolunu kullanarak İzmir’e ulaştılar. Bazıları Kala maki [4](Güzelçamlı) üzerinden [5]Samos Adasına geçer ve Yunanistan’a ulaşırlar. Çirkince köyü artık terkedilmiş ve kimsesiz bir köy hüviyetine girer.
DİDO SOTİRİOU’NUN arkadaşı olan , MANOLİ AKSİYOTİS ve bir arkadaşı kaçış yolu üzerinde bulunan Çirkince’den geçer ve şöyle anlatır:
“Kırkıca yakınlarında şöyle bir titrer gibi olmuştu,yüreğimiz. Köyde hiç kimse olmadığını anlayınca, bir süre sokaklarda gelişi güzel dolaştık. İki hırsız gibi idik,duvarların altında. Ay ışığı çıkmıştı ve rüzgarda gıcırdayıp çarpan kapı kanatlarını rahatça seçebiliyorduk. Bir veba salgını çökmüştü sanki köye ve canlı namına ne varsa alıp götürmüştü..! Çarşı yerinde, meydanda , sokaklarda bir alay sahipsiz elbise , ev eşyası, kırılmış çanak çömlekler sürünmekteydi.
Bir köpek uluyordu zaman zaman , bir kedi miyavlıyordu . Ve yalnızlık daha da kahredici bir hale geliyordu... Ve bizim yüreğimizle, bizim anımızla yoğruluyordu burada ...her ev, her sokak, her ağaç ve bu toprağın her taşı...
Bir öfke bürüdü birden içimizi: Bizim evlerimiz değil miydi bu evler? Bu tarlalar, bu ekinler, bu ağaçlar? Burada büyüyüp yetişmemiş miydik? Babalarımız burada gömülü değil miydi?”
Ne yazık ki burada terk edilişin acısı anlatılmaktadır. Tabi ki her iki ülke halkı için doğup büyüdüğü, ekip diktiği, emek verdiği,atalarını terk ettiği topraklara gömdüğü ve evlerini işlerini bırakıp terk etmek zordu ve acı bir şeydi.
Çirkince, terk edilişin ardından tam olarak bir yıl geçer ve köy başı boş kalır. Bunu fırsat bilen hırsızlar, köyde arta kalan tüm eşyaları, sanat eserleri, tarihi eserleri, mücevherler, ve diğer değerli eşyaları çalmışlar. Tüm bunlarla kalmayıp, evlerdeki kapı pencere ve diğer taşınabilir boyuttaki evi tamamlayan parçaları söküp çalmışlar (bazı mermer parçalar) . Bir de çıkan yangınlar yok olmaya yardımcı olmuş, 1600-1800 evin kalıntıları kalmıştır. (1922-1923 tarihleri arasında 1800-2000 olan ev sayısı günümüze 200 kadar ulaşabilmiştir.)
Ve mübadele ile Çirkince’yi terk edişin ardından tam olarak bir yıl geçtikten sonra yöre gelen Türk Mübadiller ile köy ve etrafı yeniden canlanır. Ve bu gün ki halini , 200 kadar tarihi ev, kiliseler ve manastırlarla alır. Tarihi ev, kiliseler ve manastırlarla alır.
“Çirkince köyünü Terk ediş” ve İzmir’in yanışı
[1] MÜBADİL; 30 kasım 1923 tarihinde imzalanan, Lozan antlaşmasının eki olan “Türk ve Rum Ahalisinin Mübadelesine Dair Mukavele ve Protokol” kapsamına giren Türk ve Rum Halkına verilen isim:Mübadil.
[2] NEO EPHESOS; Atina ile Selanik arasında kalan Katarini kasabasına bağlı bir köy. Bakınız. NEO EPHESOS.
[3] NASSAU SENİOR;1859 tarihinde İzmir’de yaşamış bir gezgindir.6 aralık 1841 - 22 temmuz 1860 tarihleri arasında yazdığı bir günlükte İzmir’den bahseder.sayfa 147 ve 148’de.
[4] KALA MAKİ (Güzelçamlı) : Kuşadası’nın tam güneyinde bir yazlık kasaba Yunanlıların zamanında ismi Kala maki idi.İsmini çevresinde bulunan ormanlık alanlardan almıştır. Ve şu anda Milli park olarak koruma altındadır.GÜZELÇAMLI MİLLİ PARKI...
[5] Samos Adası : Güzelçamlı Milli Parkının tam karşısında bulunan , Kuşadası’ndan da gözle görülebilen bir Yunan Adasıdır. İsmet İnönü döneminde(İSMET PAŞA) Yunanlılara verilmiş bir adadır.
DİDO SOTİRİOU
Bir gazeteye ait köşe yazısında, DİDO SOTİRİOU ile köşe yazarı NEBİL ÖZENTÜRK arasında geçen röportajda, DİDO SOTİRİOU’NUN 80 küsür yaşında olmasına karşın, içindeki vatan sevgisi ve geçmişte bağımsızlık ve özgürlük adına verdiği mücadele ve içindeki başkaldırışın hala varolduğu belli oluyor.
Röportajda DİDO şunları dile getiriyor :
---“Ana yurduma selam söyle benden Kör Memed’in damadına....! - --- Benden selam söyle Anadolu’ya ...”
---“ Toprağını kanla suladık diye bize garezleşmesin , ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların Allah bin belasını versin...”
Ve DİDO şu dilekleri ile konuşmasına son veriyor:
---“ Barışın ve dostluğun kıymeti hala anlaşılamıyor. Ve hala eften püften şeylerden gerginlik yaratılıyor. Şu bilinmeli ki, Anadolu halkı da Yunan halkı da suni sürtüşmeler istemiyor. Her iki halk, kardeş gibi....
Halk başkadır, Hükümet başkadır. Hamasi nutuklar atan siyasetçilerin tuzağına düşmemek lazım...
Aslında her iki yakada da güzel uğraşlar yapılırken, birileri külhan beylik taslıyor, karşılık veriliyor ve yine başa dönülüyor....” “Hayatın İçinden”
NEBİL ÖZGENTÜRK 5 EYLÜL 1999
DİDO SOTİRİOU’NUN geçmişte , bağımsızlık ve özgürlük adına verdiği büyük mücadeleye saygı ile karşılıyorum ve eski ŞİRİNCE yani ÇİRKİNCE hakkında, büyük ve değerli “Benden selam söyle Anadolu’ya” isimli eserinden aldığım kaynaklar için sonsuz teşekkürlerimi belirtip en içten saygı ve sevgilerimi sunuyorum...
UMUT ARABUL
Aradan çok uzun zaman geçti ve koca bir ülke deprem ile karşılaştı. Yürekler yerle bir oldu. 17 Ağustos 2000 Marmara depremi ve Yunanistan’daki ikinci bir deprem iki ülke halkını birbirine daha da çok yakınlaştırdı ve bütün siyasi soğuklukları bile unutturdu.
Gençlik yıllarında
“ Sıla derdine düşününce ,
Yunanlı ile kardeş olduğunu…
Bir Rum şarkısı duyunca, gör,
gurbet elde ...İstanbul çocuğunu...”
diye şiirler yazan Bülent ECEVİT ile Yunanistan Başbakanı SİMİTİS, günlerce zeytin dalları ile selamlaşıp durdular...
Yani hamasi nutukların, külhanbeyliğin yerini içtenlikli demeçler ve yüreklerin hissettiği dayanışmalar aldı... Anadolu ve Yunan halkı zaten kardeşti. Depremlerle daha bir sokuldu birbirine böylece...
-Ve umut edelim ki (–DİDO’NUN kaygısı) yine başa dönülmesin.!
-Ve eminim ki eğer hala aynı yaşlı DİDO ise şimdi çok mutlu ve huzurlu....
Her iki ülke halkı arasında dostluk rüzgarları konsersiz olmaz tabi.! Atina ve İstanbul’da deprem yaralarını sarmak için iki dev konser verildi. Zülfü LİVANELİ, THEODORAKİS ve Maria FARANDURİ 7 Eylül Salı akşamı Atina Anayasa Meydanında. 8 Eylül 2000 akşamı da Harbiye Açık Hava Tiyatrosunda, Alman , Yunan ve Türk müzisyenlerden oluşan orkestra eşliğinde deprem zedelerle dayanışma türküleri ve ağıtlar söylendi.
Yine aynı amaçlı etkinlikler Şirince’de de oldu. 77 yıl önce “Büyük Mübadele” ile buralardan göç etmek zorunda kalan [1]mübadillerin torunları ve çocukları , 13 kasım 2000 tarihinde Şirince köyüne gelerek atalarının doğduğu topraklarda hasret giderdiler. Şirince köyünü ilk kuruluş zamanında, kuran kişilerin “TEPEDEKİ EFES” denmesinden esinlenerek Yunanistan da kurdukları yeni köylerine de benzer isim koymuşlardır. Yeni kurdukları bu köyün ismi ise [2]“NEO EPHESOS”dur. 13 kasım 2000 tarihinde gelen bu grup NEO EPHESOS’lu Yunanlılardır. Onlar Mübadillerin torunları ve çocuklarından oluşan 75 kişilik bir gruptu. Bu grup Şirince de büyük coşku ve sevgi ile karşılandı. Köydeki Vaftizci Yahya Kilisesinde dualar edip, atalarının doğduğu evleri gezdiler. Davul zurna eşliğinde Şirinceli köylülerle halay çekip , yemek yediler. Lokma döküldü. Selçuk Belediyesinin katkıları ile Lozan Mübadilleri Vakfı girişimi, Şirince Köyü Muhtarlığı ve Yeni Efes Anadolular Kültür Derneği tarafından düzenlenen bu “KAVUŞMA GÜNÜ” hem Yunanlıları hem de Türk köylülerini çok heyecanlandırdı.Selçuk Belediye başkanı Vefa ÜLGÜR, Yunan köylülerinin ziyaretinden büyük mutluluk duyduğunu belirterek:
--“Ortak kültürü paylaştığımız eski Şirincelilere ve Efeslilere kapımız her zaman açık” dedi.
Heraklidos Yeni Efes Anadoluluları Kültür Derneği Başkanı, YOHANNİS DİMİTRİYADİS ise Türk dostlarını bir an önce NEO EPHESOS köyünde görmek istediklerini vurguladı.
Eski Şirinceliler , atalarının yaşadığı bu topraklarını ve evleri görünce göz yaşlarını tutamadılar ve akşam saatlerine kadar komşularından ayrılamadılar.
VALİ KAZIM DİRİK PAŞA
“KAZIM DİRİK PAŞA”
1879 yılında bir manastırda doğan İzmir Valisi KAZIM DİRİK PAŞA, 1899 yılında Harbiye’den Piyade Teğmeni olarak mezun oldu. Balkan Savaşı sırasında Batı Anadolu Menzil Komutanlığı yapmıştır. 26 mart 1926 tarihinde İzmir’e tayin edildi. 7 ağustos 1935 tarihine kadar da insan üstü bir güçle İzmir’de çalışmalar yaptı. 200 kadar okul yapımını sayısız yol ve çeşmenin yapımını gerçekleşmiştir.
“Ayrancı Vali” olarak tanınan Kazım DİRİK, aktarıldığına göre, Çirkince’nin
ismini değiştirip Şirince yapan kişidir.
--“ Bu köyün ismi ÇİRKİNCE....Bu güzel köyün ismi Çirkince olmamalı....Bundan sonra bu köyün ismi “ŞİRİNCE” olsun ...”
Verdiği bu emirden sonra Çirkince artık “ŞİRİNCE” olmuş.
Kendisine bu ilhamı veren Şirince ilkokulunun öğretmeni Suat Bey’in yazdığı marşı Kazım Paşanın onuruna okumasıdır. Marşta geçen “Diyelim köyümüze Şirince” sözü olmuştur.
Muallim Suat Bey’in yazdığı marş:
“Diyelim köyümüze Şirinc”
Köyümüz şeref saçar, Gece gökte yıldızlar,
Yaylaların üstüne.. Birer elmas parçası...
Küme küme kuş uçar, Her tarafı yaldızlar,
Tarlaların üstüne... Hain altın fırçası...
Soğuk kaynak suları, Kaval ile çobanlar,
Şırıl şırıl şırıldar. Dağdan dağa seslenir...
Söğütlerin dalları, Sürü sürü koyunlar,
Sulara gölge yapar. Yamaçlarda beslenir...
Kimdir diyen acaba Kimdir diyen acaba,
Bu yerlere Çirkince.? Bu yerlere Çirkince...
Biz diyelim daima, Biz diyelim daima,
Köyümüze ŞİRİNCE... Köyümüze Şirince...
ÖĞR. MUHALLIM SUAT BEY
”BAY CORPOUZA” AYASULUK BÖLGESİNİN İLK TURİZMCİSİ . OTELİ ŞUAN Kİ SELÇUK TREN İSTASYONUN KARŞISINDAKİ “CORPOUZA CAFE”
İZMİR’İN ÇİRKİNCE’YE ETKİSİ
Yüzyıllardan beri İzmir (Smyrna) çevre yerleşim yerlerini etkilemiştir. Gerek kıyı kentleri gerekse iç bölgelerdeki kentleri etkisi altına almış , Küçük Asya’nın büyük kenti Smyrna... 19. yüzyılda nüfus bakımından düzenli bir artış göstermiştir. Nüfusun artışı ile beraber büyümenin doğurduğu ihtiyaçların ve ticaretin tartışılmaz üstünlüğünü elinde tuttu. Anadolu’nun ekonomik dünyasının başlıca dayanak noktası İstanbul’dan sonra İzmir idi. İzmir’de ve çevresinde yaşayan Rumların ekonomik faaliyetlerini doğrudan etkiliyordu. Ege kıyısındaki elverişli konumu ile İzmir asırlar boyunca kara trafiğinin yanı sıra gemi taşımacılığı, deniz ticareti için de çekici bir merkez olmuştur. 18. yüzyılda açılan Avrupa Pazarında ODESA , Selanik, Beyrut ve İskenderiye limanları arasında süren ticaret, İzmir’in sahip olduğu güvenli ve uygun geçiş noktası özelliğinden dolayı imrenilecek bir liman konumuna yükseltmişti. Başkentten doğu şehirlere mal götüren kervanlar bile yollarını değiştirip İzmir’den geçiyorlardı. Sahip olduğu doğal servetlerle İzmir çok önceleri bir çok yabancıyı çekmiş, şehrin içine yerleştirmiştir.
İzmir, girişimci Rumlar ve Ermeniler için adeta bir mıknatıs işlevi görmekte idi.İzmir’in etkisinde kalan küçük şehirlere gelince buralarda yaşayan yerel nüfusta ihtiyaç
maddeleri konusunda uygun fiyatlarla çok çeşitli kaynaklar sunan İzmir kaynaklı ticaretten faydalanmakta idi. Kıyı, küçük şehirlerde ve köylerdeki halk şu veya bu şekilde toprağa bağlı idi. Ya kendileri veya başkaları için toprağı işliyorlar yada topraktan topladıkları mahsulü satıyorlardı . Bu durum yatırım açısından toprağı cazip kılıyor. İzmirli büyük yatırımcılar da bu sektöre yöneliyorlardı. Yüzyılın ortasında Küçük Asya’yı ziyaret eden gözlemciler uygun yerlerde , tarıma elverişli geniş alanlar karşısında çarpılıp kalıyorlardı. [3]NASSAU SENİUR daha yola çıkmadan önce bölgede kendini neyin beklediği konusunda uyarılmıştır.
“İzmir’de iken Efes’i ziyaret edin. Buraya giderken 50 mil boyunca, dünyada benzeri görülmeyecek bir iklime sahip olan verimli topraklardan geçecek ve yol üzerinde yöre sakinlerini ve ekili dikili arazileri göreceksiniz.”
Bol ucuz ve güvenilir ürün olduğundan söz edilirken Şirince (Çirkince) bu pazarın büyük bölümünden pay alıyordu.Çirkince’den İzmir pazarına ; İncir, şeftali, üzüm, zeytin ve zeytinyağı, şarap, şeker kamışı, tütün , dut gibi kolay pazarlanabilen ürünleri getiriyorlardı. Ve bu pazardan ürünlerini nakit karşılığı satarak büyük gelir elde ediyorlardı.
DİDO SOTİRİOU romanında Şirince ve İzmir hakkında şunları diyor:
---“1910 Eylül ayı.Rıhtıma gelince , her şeyi unuttum. Yep yeni ve dayanılmaz bir tatlılık kapladı içimi. Nereye bakacağımı , ilkin hangi hazzı duyacağımı şaşırmış, gitmiştim... Denize mi? Hiç batmadan suyu yarıp giden Hamidiye Vapurlarına mı?
Kafesli balkonları esrar dolu , kocaman mermer binalara mı? Kaldırım döşeli cadde de, ahenkli bir gürültü ile uzaklaşan arabalara mı?
Atlı tramvaylara mı yoksa?
Yoksa hiç çalışmıyormuşçasına bir
bayram havası içinde kulüplere ve kahvelere girip çıkan şu neşeli , gürültücü ve kaygısız insanlara mı?
Mendireğin üzerinde durmuşum, sokmuşum ellerimi cebime, büyülenmiş gibi kalmışım bir an... Dalgalar kalkıp iniyor. Kocaman kaldırım taşlarını yıkıyorlar. Bu ne hoş koku böylece! İskeleleri tutan demir kirişlerin üzerine milyonlarca istiridye yapışmış,salkımlar halinde. İngiliz iskelesi, yeni iskele ve uzun iskele... Kocaman limanın işleyen elleri bunlar. Tahmil-Tahliye buradan yapılıyor... Buradan gidiyor Anadolu’nun mübarek yemişleri yabancı diyarlara ve yabancıların altınları buradan içeri giriyor.”
Ve devam ediyor:
---“Rum unsuru, bütün İzmir’de olduğu gibi, buraya da damgasını vurmuştu. Herkes Rumca konuşuyordu burada. Türklerle; şarkılar... Yahudiler, Ermenilerle bile...”
Şirince köylülerinin ürünleri İzmir pazarında satıldığında küçük büyük , bütün yüzler gülerdi... Paralar keselere girmiş olurdu. Sonrada kışın İzmir’e tekrar gidilirdi. Yeni süs eşyası ve çeyiz almaya...
İzmir yüzyıllardan beri Şirince’yi de etkilemiştir. Halen daha da etkisi altındadır.Şu anda da mahsulün bir bölümü Köyün merkezinde satılır. Bir bölümü İzmir’den gelen tüccarlara satılır. Mahsulden kazandıkları paraları ise İzmir’de harcarlar ,İzmir’de eğlenirler.
ÇİRKİNCE KÖYÜNDEKİ TÜRK VE RUM HALKININ MÜBADELESİ
30 Kasım 1923
Lozan Anlaşmasının eki olan “Türk ve Rum Ahalisine Dair Mukavelename ve Protokol” , 30 Kasım 1923 tarihinde imzalandı. Ve yürürlüğe girdi. Sözleşmeye Türkiye adına M. İsmet, Doktor Rıza Nur ve Hasan imza koydular. Yunanistan’ı Venizeloz ve Kaklamanos temsil ederek imza atanlardandır.İstanbul Rumları ve Batı Trakya Türkleri bu sözleşmenin dışında tutuldu. Bu sözleşmeye 1912 yılından sonra bulundukları toprakları terk edenlerde bu sözleşmeye alındı. Onlara “MUHACİR” adı verildi.Anlaşmadan çıkan bazı kararlar ve sonuçlar:
Ø Türkiye’den ilk çıkarılanlar; daha önceden aileleri Yunanistan’a geçmiş, kendileri kalmış Rumlardı.
Ø 9 Eylül 1922 sularında, başta Batı Anadolu olmak üzere Rum halkı , evlerini ve tarlalarını yunan Bozgunu nedeni ile terk edilmiş bulunuyordu.
Ø Muğla, Konya, Antalya gibi yörelerde bulunan Rumlar, Lozan Anlaşması uyarınca zorunlu göçe uğramışlardı.
Ø Sözleşme, Türk ve Rum halkının her türlü hukuki çıkarlarını garanti etmişti.
Ø Suç işlemiş olanlar yargılanıyorsa hakları ve yargılamaları gittikleri ülkelere devredilmişti.
Ø Muhacirlerin taşınabilir mallarına gümrük serbesti uygulanmıştı.
Ø Her iki tarafın halkı, kilise, cami, dernek gibi kurumların eşyalarını taşımakta serbest bırakılmışlardı.
Ø Terk ettikleri taşınmazları, komisyonlara kaydettirerek gittikleri ülkelerde aynı koşullarda ve aynı değerlerde terk edilmiş mallar (EMVALİ METRUKE ) kendilerine devredilmişti. Komisyonlar bu malların değerlerine ilişkin belgeler düzenlediler. Bıraktıkları mallara karşılık, gerektiğinde para ödemeleri yapılacağını, sözleşme kararına bağlamışlardı.
Daha önceden 13 Ekim 1923 tarihinde Mübadele İmar ve İskan Vekaleti kurulmuştur.
8 Kasım 1923 tarihinde kabul edilen Mübadele İmar ve İskan Kanunu yürürlüğe girdi. Vekil İzmir Mebusu Mustafa Necati, işin başarı ile sonuçlanması için “Hilali Ahmer” (KIZILAY) Cemiyetinden yardım istedi. 6 Mart 1923 tarihinde Vekalet ile Cemiyet arasında sözleşme imzalanmış. Böylelikle Kızılay’ın desteği sağlanmıştı.
İzmir 4. İskan Mıntıkası olarak saptandı. Mıntıka Müdürü olarak İHSAN PAŞA atandı. 26 Kasım 1923 günü bölgeye gelerek çalışmalara başlamıştı. Kordondaki bütün boş yapılar, Vekaletin emrine verilmiştir.
İzmir’deki Tepecik Emrazi Hastanesi Sariye Hastanesi hastalar için hazırlanmış.Klazumen (urla) Misafirhanesi açılarak, önlemler arttırılmış. Ayrıca gelenlere sıcak çay, çorba ve çamaşır ihtiyaçlarını vermek için gerekli sayıda malzeme Hilali Ahmer Cemiyeti ile ortaklaşa giderilmiştir. Çeşme ve Bayındırda , İngilizlerden sağlanan saç levhalarla geçici misafirhaneler kurulmuştur. İzmir’de İki çeşmelik Dispanseri ile Kemer İstasyonuna kurulan dispanserin açılması ile gelenlerin sağlık sorunları ile 1923 yılının aralık ayının sonundan itibaren ilgilenmeye başlamıştı. 10 Kasım 1923 tarihinde yürürlüğe girmesi kararlaştırılan mübadele ile suyun öte yanında da Kazana’da 1500, Karaferya İstasyonunda 1000, Ahdova ‘da 1000 kişilik geçici konaklama imkanı oluşturuldu. Çadır ve gerekli malzeme sağlanarak tahliye iskelelerine ve istasyonlarına ulaştırıldı.
1923 yılının sonuna dek Türk gemi ve trenleri ile 60318 göçmen ; Girit, Kavala, Drama ve Selanik ‘ten , Türkiye’ye getirildi. 1923-1924 tarihleri arasında toplam 60318 kişinin çetin şartlara rağmen taşıma işlemleri sürdürüldü ve 1924 yılının sonlarına doğru taşıma işlemleri bitti.
Taşıma, yerleştirme işlemleri sırasında ve mübadil sevkleri sırasında kargaşa yaşandı. Aynı köyün insanları farklı gemilere bindirildi. Hiç malı olamayanlara, mal beyanlarına bakılmadan usulsüz mal dağılımı oldu. Gelenlerin çoğu işçi idi. Ticaretle uğraşanlar çok azdı. Bir grup insan da yardıma muhtaç durumda idi. Kimileri ise her şeyini yitirmiş olarak Türkiye’ye ayak bastılar. Her iki hükümetinde mübadele hazırlıkları yetersiz kalmıştı. Tütüncüleri dağa götürmek gibi uygunsuz durumlar görüldü. Taşıma sırasında salgın hastalıklar baş gösterdi.
Mübadiller perişan durumda Türkiye’nin belli başlı yerlerine ; Ayvalık, Erdek, Çeşme, Kuşadası, İzmir, Fethiye gibi limanlara ulaştırıldı. 1933 yılına dek Hilali Ahmer Cemiyetinin çalışmaları ve yardımları sürdü.
Sonuçta 500.000 Türk, Yunanistan’dan Türkiye’ye deniz ve kara yolu ile taşındı. Bu kıyametin içinde Selanik , Manastır, Kavala ve Pravuşta Muhacirleri , Çirkince’ye geldiler.
Anlatılan o ki: Kavala, Kula, Dedebol, Alasonya, Drama, Müştiyan , Daryan ve Çıtak köylüleri bir gemiye dolarak İzmir’e ulaşmışlar. Köylerden Müştiyan’ın nüfusunun yarısı Rum muş. Diğer köyler 30 hanelik küçük yerleşmelermiş. Göçmenlerin hepsi Akdeniz Gemisine dolarak İzmir’e ayak bastılar. Bir süre Kemer’de alıkonulduktan sonra istedikleri yerlere dağılmışlar. Ödemiş’e yerleşenlerin yanında, Aydın Atça’dan geçip Çirkince’ye yerleşenlerde olmuş. Yolu bile olmayan Çirkince Köyünün ,göçmenlerin arasından sözü geçebilen yaşlılar gelip bakmışlar. Mamur ve bakımlı görünce yerleşmişler ve olanlar daha sonra olmuş.
Girit Adasından gelenler Kuşadası kasabasına ayak basmışlar ve gemide hayvanlar ve eşyalarla yan yana yolculuk ettiklerini anlatıyorlar.
Selanik, Pravuşta, Kavala, Girit Adasından gelenler Çirkince’ye kesin olarak yerleşenlerdendir. Ve yerleşmelerinin hemen ardından köy yeniden canlanmaya ve zamanla bu günkü durumunu almaya başlar.
MÜBADELE İLE RUM HALKININ İZMİR’İ VE ÇİRKİNCE’Yİ
TERK EDİŞ
TÜRK KURTULUŞ SAVAŞI’NI noktalayan 22 AĞUSTOS 1922 tarihindeki BÜYÜK TAARUZ ZAFERİ ve hemen ardından 9 eylül gününe ulaşıldığında , 15 Mayıs 1919 tarihinden itibaren beri süren YUNAN İŞĞALİ’NİN sonu gelmişti.....
İzmir’e TÜRK ORDULARININ girişi Paris kaynaklı bir haber yolu ile 11 Eylül tarihli Atina Gazetelerinde yer aldı. ELEFTERA VİMA gazetesi 10 Eylül Paris kaynaklı haberi:
“İzmir dün sabahtan beri 2. Süvari Alayı Komutanı ZEKİ BEY tarafından işgal edilmiştir.Her şey Türk Ordusunun denetimi ve güdümü altındadır.”
Biçiminde yayınlanmıştır.
İzmir’in alınmasından çok önce başlayan Yunan Ordusunun çekilmesi, yarattığı kıyım ve yıkımın yanında , yerli Rumların da evlerini terk etmelerine neden oldu.Ordu çekilirken endişeli yerli Rumlar, demir yolu aracılığı ile çoğu kez de yaya ele geçirdikleri ne varsa yola çıktılar.İzmir bir anda ana baba gününe dönmüştü. 9 Eylül’ü izleyen günlerde de kıyıdan bulabildikleri tekne ve kayıklarla ayrılanlar çok sayıda idi.
(Türk Tarihinde bu olaya: 9 EYLÜL YUNANIN DENİZE DÖKÜLÜŞÜ olarak geçmektedir.) Çeşme, Ayvalık, Kuşadası liman yolunu kullanarak Türkiye’yi terk edenler; Adalara ve sonuçta Pire Limanı ve çevresine ulaştılar. 13 Eylül tarihinde patlak veren “İzmir yangını” bu kaçışın üzerine yeni bir felaket gibi geldi.
DİDO SOTİRİOU romanın sonunda belirttiği gibi ; “ Yangının çıkış kaynağı AYA DİMİTRİ Mahallesi yani Ermeni Mahallesi idi. Yangın, Ermeni Teröristler tarafından başlatılmıştı. Ancak güney doğudan esen , İzmir’de ender görülen bir rüzgarın etkisinde kaldı. Ve yangın Basmane Meydanından çıkıp Fevzi Paşa Bulvarı boyunca, denize ve oradan da Fuarın kurulu olduğu alandan, Bel la Vista’ya ulaşmıştı.”
İşte Yunanlıların “KÜÇÜK ASYA FELAKETİ” dedikleri bu olay sırasında Çirkinceliler Rumlar, Aydın Demiryolunu kullanarak İzmir’e ulaştılar. Bazıları Kala maki [4](Güzelçamlı) üzerinden [5]Samos Adasına geçer ve Yunanistan’a ulaşırlar. Çirkince köyü artık terkedilmiş ve kimsesiz bir köy hüviyetine girer.
DİDO SOTİRİOU’NUN arkadaşı olan , MANOLİ AKSİYOTİS ve bir arkadaşı kaçış yolu üzerinde bulunan Çirkince’den geçer ve şöyle anlatır:
“Kırkıca yakınlarında şöyle bir titrer gibi olmuştu,yüreğimiz. Köyde hiç kimse olmadığını anlayınca, bir süre sokaklarda gelişi güzel dolaştık. İki hırsız gibi idik,duvarların altında. Ay ışığı çıkmıştı ve rüzgarda gıcırdayıp çarpan kapı kanatlarını rahatça seçebiliyorduk. Bir veba salgını çökmüştü sanki köye ve canlı namına ne varsa alıp götürmüştü..! Çarşı yerinde, meydanda , sokaklarda bir alay sahipsiz elbise , ev eşyası, kırılmış çanak çömlekler sürünmekteydi.
Bir köpek uluyordu zaman zaman , bir kedi miyavlıyordu . Ve yalnızlık daha da kahredici bir hale geliyordu... Ve bizim yüreğimizle, bizim anımızla yoğruluyordu burada ...her ev, her sokak, her ağaç ve bu toprağın her taşı...
Bir öfke bürüdü birden içimizi: Bizim evlerimiz değil miydi bu evler? Bu tarlalar, bu ekinler, bu ağaçlar? Burada büyüyüp yetişmemiş miydik? Babalarımız burada gömülü değil miydi?”
Ne yazık ki burada terk edilişin acısı anlatılmaktadır. Tabi ki her iki ülke halkı için doğup büyüdüğü, ekip diktiği, emek verdiği,atalarını terk ettiği topraklara gömdüğü ve evlerini işlerini bırakıp terk etmek zordu ve acı bir şeydi.
Çirkince, terk edilişin ardından tam olarak bir yıl geçer ve köy başı boş kalır. Bunu fırsat bilen hırsızlar, köyde arta kalan tüm eşyaları, sanat eserleri, tarihi eserleri, mücevherler, ve diğer değerli eşyaları çalmışlar. Tüm bunlarla kalmayıp, evlerdeki kapı pencere ve diğer taşınabilir boyuttaki evi tamamlayan parçaları söküp çalmışlar (bazı mermer parçalar) . Bir de çıkan yangınlar yok olmaya yardımcı olmuş, 1600-1800 evin kalıntıları kalmıştır. (1922-1923 tarihleri arasında 1800-2000 olan ev sayısı günümüze 200 kadar ulaşabilmiştir.)
Ve mübadele ile Çirkince’yi terk edişin ardından tam olarak bir yıl geçtikten sonra yöre gelen Türk Mübadiller ile köy ve etrafı yeniden canlanır. Ve bu gün ki halini , 200 kadar tarihi ev, kiliseler ve manastırlarla alır. Tarihi ev, kiliseler ve manastırlarla alır.
“Çirkince köyünü Terk ediş” ve İzmir’in yanışı
[1] MÜBADİL; 30 kasım 1923 tarihinde imzalanan, Lozan antlaşmasının eki olan “Türk ve Rum Ahalisinin Mübadelesine Dair Mukavele ve Protokol” kapsamına giren Türk ve Rum Halkına verilen isim:Mübadil.
[2] NEO EPHESOS; Atina ile Selanik arasında kalan Katarini kasabasına bağlı bir köy. Bakınız. NEO EPHESOS.
[3] NASSAU SENİOR;1859 tarihinde İzmir’de yaşamış bir gezgindir.6 aralık 1841 - 22 temmuz 1860 tarihleri arasında yazdığı bir günlükte İzmir’den bahseder.sayfa 147 ve 148’de.
[4] KALA MAKİ (Güzelçamlı) : Kuşadası’nın tam güneyinde bir yazlık kasaba Yunanlıların zamanında ismi Kala maki idi.İsmini çevresinde bulunan ormanlık alanlardan almıştır. Ve şu anda Milli park olarak koruma altındadır.GÜZELÇAMLI MİLLİ PARKI...
[5] Samos Adası : Güzelçamlı Milli Parkının tam karşısında bulunan , Kuşadası’ndan da gözle görülebilen bir Yunan Adasıdır. İsmet İnönü döneminde(İSMET PAŞA) Yunanlılara verilmiş bir adadır.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)