Bu Blogda Ara

9 Temmuz 2011 Cumartesi

KUŞADASI - SCALANOVA ETKİSİ /// YAŞAMA BİÇİMİ VE GELENEK

KUŞADASI - SCALANOVA

Kuşadası, günümüzde Turizm sektörünün en önemli kentlerinden biridir. Efes Antik Kenti, Meryem ana Kutsal Bölgesi ve Şirince Köyü Kuşadası ile birbirine bağlıdır. Şirince’yi, Efes’i ve Meryemana’yı tarihinden bahsederken , Kuşadası’ndan da bahsetmek gerekir.
Kuşadası, zengin bir tarihe sahiptir.İonia gibi çok yüksek bir Uygarlık düzeyine erişmiş bölgenin merkezinde İ.Ö. V yüzyıl da Efes’in bir sayfiyesi olarak kurulmuştur.
Kuşadası ve yöresi İon, Helenistik, Roma ve Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini yaşamıştır.
Burada, Kuşadası’nı 1672 yılında ziyaret eden EVLİYA ÇELEBİ’NİN izlenimleri ile XIX. Yüzyılda “SALNAMELER” de yer alan Kuşadasıyla ilgili konulardan söz edilecek.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ’NDE KUŞADASI; “Evsaf-ı Kalari Mürgan Yani KUŞADASI” başlığı ile verilir. Buna göre kalesi IV.MURAT tarafından yaptırılmış. Ve ÖKÜZ MEHMET PAŞA ( ÖKSÜZ MEHMET PAŞA) VAKFININDIR... (Şirince köyünde ,Kuşadası’nda ve çevre bölgeler de bulunan çeşme kurnalarında ve yalaklarda, öküz başları kabartmaları bulunmaktadır. Bunların hepsi de ÖKÜZ MEHMET PAŞA VAKFININ kayıtlarında bulunan Vakıf Mallarıdır....) [1]Voyvodası 100 Gümüş Akçe gelirli Gümrük Emini idi. Kentte 100 adet Yeniçeri vardı. Kalesi Leb-i Derya’da bir temel üzerine kurulmuş, dört köşe bir yapıdır. Güneyi yokuş yukarı kayalar üzerine kurulmuş. Sağlam yerde olduğundan etrafında hendeği yoktur.
Kentin, geniş kumsala sahip engin bir denizi vardır. Kalesinin yüksekliği ([2]15 Arşındır. Üç kapısı 80 odası vardır. Batıya bakan iskele kapısında Gümrük Emini otururdu. Evliya Çelebi, bu yapının Öküz Mehmet Paşa Hayratından olduğunu ve binanın ilk önce kale olarak yapıldığını daha sonra HAN olduğundan söz eder. Bu büyük Hanın kale gibi burçları, mazgalları, topları ve tüfekleri vardı. Yapı sağlam ve süslüdür. Ortada bir havuz ve çeşmeleri, bir küçük mescidi vardır. Bir kapısı deniz tarafına bakıyordu. Tüm zengin tüccarlar burada konaklarlardı. Ayrıca askerler , bekçiler ve gümrük muhafızları burada oturarak gelen gidenin mallarını kontrol ederlerdi.([3] ).
Kentin aşağı tarafında üç mahalle,kiremit örtülü 180 ev vardı. Evler çok süslü ve güzel yapılardı. Yolları temiz ve kaldırım döşeli idi. Burada ayrıca 200 dükkan vardı. Ancak Bedesten yoktu. Yine burada bir han, yedi çeşme , yedi okul, bir medrese ve KAPTAN RECEP PAŞA’NIN yaptırmış olduğu Kubbesi kurşunla örtülü dört tarafında medrese olan bir cami vardı. Kalenin güney tarafı [4]keşişleme rüzgarlarına karşı korunaklıydı.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ’NE göre kayalar üzerine kurulmuş 9 mahalleden oluşan kent, bağlar ve bahçeler, akarsuları olan sağlam konaklarla donatılmıştı. Kentin varoşunda HANIMİYE CAMİSİ (Hanım Camisi) vardı. Evliya Çelebi caminin kapısı üzerindeki kitabe şöyledir:([5] ).
“HAZRET-İ HACCE HADİCE HANIMI ALİ NÜVAZ
MABET-ÜL İBADET BÜNYAD EYLEYÜB CAY-I MEAZ
SENE 1067/1657

Seyahatnameye göre burada mescitler, dört medrese ve iki han vardı. Tüm ha kırmızı kiremitli idi. Ayrıca bir çok çeşme vardır ki suları, Çirkince taraflarından kemerlerle getirilen suydu. Su kemerleri yapılarak kente getirilen su çok lezzetli idi.([6] ).
Seyahatnamede bir çok kent için “havasından ve suyundan güzelleri çoktur.” deyimi kullanır. Ancak Kuşadası için bu değerlendirmesi “kentin havası ve suyu çok güzel olduğundan mahbub ve mahbubeleri çoktur.” şeklindedir. Yani kentin kızları da delikanlıları da güzeldir. Ona göre delikanlıların hepsi Cezayir İşi giyerlerdi. Tüfek kuşanmış yiğitleri ünlüydü.( [7] ) . Kadınları kumaş feraceler, başlarına beyaz başlık takarlar ve çok namuslu davranırlardı.
Evliya Çelebi kentin limanından da söz etmiştir. Bu liman 500 parça kadırga alabilecek kapasitede idi. Limana iyi demir atılır ancak batı tarafından demir atmak gerekirmiş. Liman içinde bir küçük ada vardır. Adanın yalçın kayalıklar üzerine yapılmış bir kulesi, komutanı, 40 askeri ve 10 topu vardı. Bu ada Kuşadası’nın mendireği idi.([8] ). Gerektiğinde buraya diğer kalelerden destek gelirdi.
Evliya Çelebi’ye göre buraya Kuşadası denilmesinin nedeni bu adadır. Her yıl bu adaya “nice kere yüz bin kuş gelir”demektedir. Böylece “tılsımlı bir adaydı”der.([9] ).
AYDIN VİLAYET SALNAMESİNE GÖRE KUŞADASI: Aydın vilayetinin merkezi İzmir sancağı idi. Salnameler Osmanlı İmparatorluğunda bir tür istatistik olan yıllıklardır. Genel Salnameler, 1847 de Vilayet Salnameleri ise 1867 tarihinde başlar. Her vilayetin her yıla ait Salnamesi olmadığı gibi bazılarının da hiç yoktur. Buradaki Salnameler Hicri 1296-1298 yıllarına aittir.
Osmanlılarda bir vilayete atanan vali bu vilayet kapsamındaki kentlerden birini seçerek orada otururdu. O nedenle burası Merkez Sancağı olurdu.
Kuşadası da Aydın Vilayetinin , İzmir sancağının bir kazası idi.( [10] ).


Bu Salnamelerde Kuşadası ile ilgili pek fazla bilgi yoktur. Ancak Telgraf ve Posta Müdürü: VASİLYADİ GAZİZYAN EFENDİ olduğu. İkinci Salnamede ise İzmir-Kuşadası’nın denizden uzaklığı 12 saat olarak gösterilmektedir. Salnamede İzmir Sancağı , Kuşadası kazası diyerek kaza yönetimi , belediye ve [11]Menafi Sandığı üyelerinden söz edilmiştir. Bu salnamelerdeki isimler :
Kaymakam: Ali Nadir Efendi
Naibi: Süleyman Sıtkı Efendi
Tahrirat Müdürü: İsmail Hakkı Efendi
Mal Müdürü: Ömer Hakkı Efendi
Emlak Müdürü: Hüseyin Şükrü Efendi
Tapu Müdürü: Hacı Atıf Efendi
Kaza Yönetim Meclis Üyeleri:Hüsnü,Hacı İsmail, Kostantaki ve Hacı Artin Efendiler([12])
Belediye Yönetimi:
Reis:İbrahim Ağa
Tabip:Yorgi Agalidi Efendi
Sandık Emiri:Lütfü Efendi
Üyeler:Hüseyin Hilmi,Hacı Hafız Mehmet,Halil Ağa ,Espiraki ve Evram Efendi .([13] )
Salnamelerden ikisinde birinin aynısı olarak Kuşadası’nı şöyle anlatılmaktaydı.
(SALNAMELER :1296, SAYFA 94)


“Kasaba merkezi sahilde bir ada biçimindedir. Güzel bir liman ve eski bir kalesi ile önündeki küçük adada ufak bir hisarı vardır.


Halk tarım ve ticaretle uğraşır Ürünleri buğday, arpa, bakla, çavdar, burçak, mısır, ak darı, susam, börülce, bostan,pamuk, tütün ,soğan , yulaf ,mercimek, afyon, sebze, sarımsak, palamut, anason, keçi boynuzu ve patatestir. Bunlardan başka vişne, zerdali, erik, ayva, nar, incir, üzüm, elma, armut, muşmula, ceviz, iğde, badem ve şeftali gibi meyveler bulunur. Ve boldur.


Kuşadası’nda Fransız yapımı benzeri siyah ve kırmızı sazdan sele yapılır. Büyük harar ve çuvallarla pamuk bezi dokunur.
Kuşadası’na yarım saat mesafede , su benzeri , müshil özelliği taşıyan ekşi bir su vardır. Yaz günlerinde civardaki halk bunu kullanır. Buna bir saat mesafedeki Ilıca’nın suyu, soğuk ise de yaz mevsiminde bu suyla yıkanan ve çamuruyla vücudunu ovanların sağlığına kavuştukları anlatılır.
Kuşadası’na [14]üç saat mesafede iki büyük balık dalyanı vardır. Bunlardan biri devletin diğeri de Sakız Adasında Bir kişinin mülküdür.
Ünlü antik EFİYOS ( EFES) VE AYASULUK Antik Kenti Kuşadası’nındır.



D-) YAŞAMA BİÇİMİ VE GÜNLÜK HAYAT

DOĞAYA KARŞI TUTUM

İnsanoğlu en uzun yaşama savaşını doğaya karşı vermiştir. İnsan, doğa ile bütünleştiğinde bu savaşı kazanmak onun daha kolay olmuştur. Şirince de yaşam doğa ile iç içedir. Ve insanlar doğa ile uyum içerisindedir. Açık havayı severler ve doğadan yaralanırlar. Yaz gelince,kışlıktan yazlık evlere. Kış gelince , yazlıktan kışlık evlere göç ederler.yazın daha serin yerlerdeki bahçe evlerine göçüyorlar hem doğanın nimetlerinden yararlanarak yaşıyorlar.Kışın sert ve kuru geçmesi onları doğaya kapalı vadi içindeki korunmuş köy merkezinde yan yana oturmaya zorlar.
Bahar başlayıp ağaçlar çiçek açınca yani mayıs ayında yazlığa taşınma telaşı başlar. Bağ evini, bahçe evini temizlemek için kadınlar işe koyulur. Evler güzelce süpürülür.Döşeme tahtaları,dolap kapakları, pencereler ovulur. Duvarlar badanalanır.Sonra kış evinde hazırlık başlar.yataklar denk yapılır. Yemek kapları çitlere koyulur. Yazlığa fazla eşya götürülmez.
Yazlık yaşama biçiminin doğa ile bütünleşmiş bir yalınlığı vardır. Şirince insanı bunu çok iyi duyuyor ve zevk alıyor.
Yalnız Şirince de herkes yazlık evine gitmez. Evi büyük olanlar ve bahçelerinde suyu olanlar evlerinde otururlar. Bağ ve bahçelerindeki evlerine günübirlik olarak sadece iş yapmak için gider, gelirler. Bazı keyfine düşkün , zengin Şirinceliler ise evinin bahçesinde havuz yaptırıp ,hem sulama amaçlı hem de serinleme amaçlı bu havuzu kullanırlar.
Yazlığa taşınıldığı vakit, erkekler her gün olduğu gibi işini yaparlar.Sabah akşam at,eşek sırtındadırlar. Ama bazı erkekler vardır ki onlar, sabah akşam kahvehanelerin bir parçası olmuş hep oturan kadınlarını çalıştıran, tipik insanlardır.
Yazlıktan dönüş havalara bağlı olarak yahut şeftali ve üzüm mevsimi bittikten sonra (ekim) başlar. Dönüş olduğu vakit, meyveler toplanmış ve kışlık yiyecekler hazırlanmış olur.Yazlıkta ne varsa toparlanır ve kışlığa götürülür. Ama genelde bazı bakır kaplar, hamur tekneleri, lamba ve yatak dışında her şey taşınır. Kış geldiğinde ise bağlara ve bahçelere sadece zeytin zamanı gidilir.

GELENEK-GÖRENEK VE YAŞAM TARZLARI

Şirinceli; azla yetinen , fazlayı aramayan bir yaşam felsefesi getirmiştir. Tutumludur. Lükse düşkün değildir. Huzurlu ve mutludur. Geleneklerine ,göreneklerine ve dinine sadıktırlar. her şeylerinde yalınlık vardır. Misafirperver ve insancıldırlar. Yere oturur, yerde çalışır, yer yatağında yatar ve yerde yemek yer. Evinde fazla eşyası yoktur. Süslemeler bile malzemenin kendi yapısı içinde kalır. Malzemenin doğal görünüşü bozulmaz. Zengin olan fakir olan belli değildir. Sadelikten hoşlanır. Bu yalınlığa rağmen bolluk vardır. Yiyeceği bol ve çeşitlidir. Evlerinin odası çoktur ve büyüktür. Evi , iki tane olan bile vardır.
DİDO SOTİRİOU, romanında MANOLİ AKSİYOTİS’ TEN dinlediği Çirkince’yi
Şöyle anlatıyor:
“Kendi arazisinin efendisiydi her köylü. İki katlı bir evi vardı, köyde herkesin.Ayrıca badem, ceviz, elma, armut ,kiraz ağaçlarıyla ve sebze bahçeleriyle çevrili, yazlık bir evi vardı. Ve hiç kimse bahçesini çiçeklerle donatmayı ihmal etmezdi. Ve dört bir yandan fışkıran akarsuların, ne kış ne de yaz kesilmezdi türküsü...Buğdayla arpa yetiştiği vakit, tarlalarımız altın yaldızlı bir denizden farksız olurdu.Bizimkiler gibi verimli, dalları ürün bolluğundan yerleri yalayan, özsuyu dolu yusyuvarlak, simsiyah, pırıltılı zeytin ağaçlarına başka yerde rastlayamazdınız. Yavaş ama sağlam bir gelir kaynağıydı, zeytinyağı...Ama incir...! Köylünün kemerini altınla dolduran incir! Aydın ilinde değil sadece, bütün doğuda ,Avrupa ve Amerika’da bile ün salmıştı,incirlerimiz. Derisi var mı, yok mu anlayamazdınız, öylesine inceydi, Anadolu’nun o canım güneşiyle ballanmıştılar...”
“Aya Dimitri Panayırı yaklaşırken köye dönerlerdi. Badanaya,sonbahar temizliğine girişirlerdi.Kadınlar,kap kaçaktan başlayıp sokağa varıncaya dek, ellerine ne geçerse paklamayı adet edinmişlerdi. Ve öylesine aklanırdı ki köy yollarda yürümeye kıyamazdınız...”

Şirince’nin gelenek ve göreneklerini incelemeye alırken , iki yönden bakmak gerekir.Mübadele öncesi ve mübadele sonrası... Çünkü aynı anda iki farklı yaşama biçimi, kültür ve din görülmektedir. Bu dinler Ortodoks ve Müslümanlıktır.


Buna istinaden Ortodoks kutsal günlerini ve bayramlarını, DİDO’nun romanında geçmesinden dolayı ve eski Çirkincelilerin , belirli tarihlerdeki önemli günlerde yaşam tarzlarını-gelenek ve göreneklerini saptamak amacı ile belirtmekte yarar vardır:

ORTODOKS KUTSAL GÜNLERİ VE BAYRAMLARI :

ü 1 EYLÜL, Yeni Yılın başlangıcı.
ü 6 EYLÜL, Baş melek MİKAİL günü.
ü 14-21 EYLÜL, Kutsal Çarmıh Bayramı.
ü 10 EKİM, İzleyen Pazar günü,EREN BABALAR günü.
ü 22 EKİM, EFESLİ YEDİ UYURLAR günü.
ü 7 KASIM, GALLESİON’DA (Torbalı’nın arkasındaki dağ)tek başına yaşayan ve mucize gösteren BABA LAZAROS günü.
ü 8 KASIM, Baş melekler MİKAİL ve GABRİEL Bayramı.
ü 15 KASIM, Noel Orucunun başlangıcı.
ü 16 KASIM, Eren ve İncil yazarı MATTA Bayramı.
ü 21-25 KASIM, Meryemana’nın Tapınağa Sunuluşu Bayramı.
ü 20 ARALIK, İsa’nın bedence doğumunun ön kutlaması.
ü 25 ARALIK, NOEL.
ü 26 ARALIK, MERYEMANA BAYRAMI.
ü 1 OCAK,İSA’NIN SÜNNET OLUŞU Bayramı
ü 6-14 OCAK, İSA’NIN AÇINLANMASI Bayramı
ü 7 OCAK, VAFTİZCİ ve ÖNCÜ YAHYA Bayramı
ü 2-9 ŞUBAT, İSA’NIN TAPINAĞA SUNULMASI Bayramı
ü 23 ŞUBAT, İzmir piskoposu Eren ve Şehit POLYKORP Bayramı
ü 25 MART , MERYEMANA’YI MÜJDELEME Bayramı
ü 8 MAYIS, Eren Elçi ve İncilin Yazarı ,Tanrıbilimci YUHANNA Bayramı
ü 30 HAZİRAN, RAB İSA’NIN 12 Elçileri günü
ü 2 TEMMUZ, MERYEMANA’NIN GİYSİLERİNİN BULUNMASI Günü
ü 1 AĞUSTOS, Kutsal Çarmıhı Dolaştırma Günü
ü 4 AĞUSTOS, Efes Kentinin YEDİ UYULARI Günü
ü 6 AĞUSTOS, Rab İsa’nın Görünümünün Değişimi Bayramı
ü 15-23 AĞUSTOS, MERYEMANA’NIN UYUMASI GÜNÜ (DORMITION)
ü 16 AĞUSTOS,Üstünde İsa’nın tasviri bulunan bezin taşınması günü
ü 31 AĞUSTOS,MERYEMANA’NIN KEMERİNİN TAŞINMASI Günü






Kirazların olduğu mevsimde de “Aya Triyada Yortusu” kutlanırmış.Delikanlılar bellerindeki kuşaklara yatağanlarını sokarlar, mavi çuhadan giysileri ile ortada dolanırlarmış. Kadınlar ise başlarında fındık altın dizili kalpaklarıyla erkeklerin atlarının terkisinde gezerlermiş. Kırlarda Santur ve Kemençe çalmak geleneksel imiş. Eğlencelik şarkılar da söylenirmiş.
Büyük perhizin ilk günü , herkes kırlara çıkar orada kestane közleyip, rakı içerek kutlarmış, bu özel günü... Evliler birbirlerine nasıl tanışıp evlendiklerini anlatırlarmış. Evli olmayanlar bu mecliste yer almazlarmış.Evlenmeye karar verenlerin mutlaka ev yapmaları gerekmiş. Evlenecek aday, temelleri kazanken komşular katılarak yardımcı olurlarmış.
DİDO SOTİRİOU ise o dönemdeki ,Türklerle birlikte kutladıkları bayram eğlencelerini nasıl geçirdiklerini şöyle anlatıyor:
“Bizim bayramlarımızla birlikte, Kirliceliler’in keyfi gelirdi.Onlar için tıka basa yemek fırsatıydı bu .Ve her Rum ailesi pişirip hazırladığı en güzel yemekleri onlara ikram ederlerdi.... Yeni Yıl günü (1 EYLÜL) Çirkinceliler çeşmenin başında toplanırdı.Ve kadınlar o gün ,ellerinde cevizli tatlılar,şambabalar ve helvalarla dolu tepsilerle giderlerdi,su almaya...
Büyük Perhizin ilk günü oruç başlayıp da kadınlar, yasak bir yemek kokusu bile kalmasın diye tencerelerini temizlemeye koyulduğunda; bir büyük sevinç sarardı, Çirkincelileri ... Tepsi tepsi peynirli poğaçalar, yumurtalı börekler, makarnalar, tatlılar yığarlardı, onlara doğru... Yüzlerinde mutlu bir gülümseyiş ve selam dağıtırlardı kadınlara,kızlara:
-- Çok seneler abla, ablacığım!
İçlerinden bazıları da hastalıkları geçsin ve uzun dönüş yolculuğu boyunca ,kazadan , beladan esirgensinler diye Aya Yorginin gümüşten ikonasının önünde gizlice diz çöküp,duaya durulardı...”
Ekim ayından şubat ayına kadar zeytinle uğraşırlar.Şubat ayından mart ayına kadar ise yoz otları ayıklarlar. Nisandan temmuza kadar tütün işleri ile uğraşırlar, sonra sonbahar ile incir ve üzüm sırayı alırmış.
1923-1924 tarihinden sonra din dışında her şey aynı kaldı.1924 tarihinden sonra oluşan (mübadele sonucunda ) Türk nüfus Müslümanlığın gerektirdiği şekilde dini bayramlarını kutladılar. Halen daha Müslümanlığın gerektirdiği şekilde ,mübarek günlerini ve bayramlarını kutlarlar...
Günümüzde, diğer resmi günlerde de özel kutlamalar ve törenler yapılmaktadır.30 AĞUSTOS Zafer Bayramı, 7 EYLÜL ve 9 EYLÜL Kurtuluş Bayramlarının gündüzü ve gecesi yapılan eğlenceleri meşhur ve anlatılmaya değerdir.

Tüm Ege bölgesinde olduğu gibi Şirince de kutlamalar yapılır.Ama Şirince de yapılan kutlamalar çok farklı olmaktadır.Mesela bir kurtuluş kutlamaları ki mükemmeldir.Bilindiği gibi İzmir’in kurtuluşu 9 Eylül, Selçuğun 8 Eylül ,Kuşadası’nın 7 Eylül’dür.Kurtuluş günü 8 Eylül olan Şirince Köyünde gündüzü resmi bir tören yapılır.İlkokul öğrencileri ,muhtarlık ve halk bu resmi törene katılır.Tören öğlene kadar sürer.Daha sonra bütün gençler ve yaşlılar meydana tüfekleriyle toplanır.Davullar ve zurnalar çalınarak tam 2 gün 2 gece kurtuluş günü kutlanır.Rakılar ve Şaraplar içilir. Körkütük sarhoş olur herkes.Tabanca ve tüfekleri hiç susmaz.Dolma tüfekler ve dolma tabancalar dede yadigarıdır.Efeler,tüfeğini tabancasını ve yatağanlarını kuşanırlar ... Patlatırlar, dolma tüfeklerini; Kuva-i Milliye ruhuyla...Meydan da Efe şarkıları söylerler, savaş yadigarı sazları eşliği ile...Yörük Ali Efenin torunu orada bulunur.Bu günün gecesi Selçuk ilçesine inerler,fener alayına katılırlar.Ve ertesi gün,geceden kalma kafalarla işerine koyulurlar. (bakınız. Antique de Scalanova)
Cumhuriyet Bayramı da aynı şekilde kutlanır.Farkı ise Köy meydanın da ateşler yakılır ayrı ayrı yerlerde, birkaç gurup olurlar. Biri oğlak çevirir biri koyun çevirir ateşin üzerinde...Rakılar ve şaraplar, şişelerce içilir ve ayarınca eğlenirler...
Kurban Bayramında ise meydanda yakılan ateş yerini kurbanlık için getirilen koçlara keçilere bırakır.Meydanlar Ege’nin bir çok yerinden gelen kurbanlık arayanlarla dolar taşar.Kurbanını kesenler, Kurbanın belli olan bölgesini fakir fukaraya ve kurban kesmeyen eşine dostuna dağıtır.
Önemli kutlamalar ve bayramlar dışında, kına geceleri,sünnet düğünü ve evlenme törenleri de köy meydanında yapılan eğlencelerdendir.
Kısacası hem Rum Kültürünün etkisinde kalmış hem de Türk Halkı gelenek ,görenek ve adetlerini yaşayan bir toplumdur,Şirince halkı....

Gezginlerin gözünden Rumların(Ortodoks Dini) ve Türklerin(Müslümanlık) yaşam tarzı:
--Fransız Gezgin TANCOİGNE53 ve POUQUEVİLLE ‘nin gezi günlüklerinde
(1811-1817):

Gezgin Tancoigne ,keşişlerden ve papazlardan büyük bir küçümsemeyle söz eder. “Günah çıkaran Yunan/Ortodoks papaz, bir hırsızı, bir katili kutsar ama katı kuralları olan “ tesserakosti” yani Ortodoks orucuna uymayanları asla affetmez”(51 ). Ona göre Yunanlılar ve Türkler nazardan korkan dünyanın en batıl inançlı insanlarıdır. Yunanlılara hoş görülü davranan Türkler, Paskalya zamanı Hıristiyanlara bir tür saygı gösterirler.
Yunanlıların Paskalya’ya kadar süren oruç başlamadan önce yapılan Karnaval eğlenceleridir.karnaval sırasında yemek yenip içildiğini söyleyen Tancoigne, bu vesile ile Yunan mutfağından da söz eder. Yunanlıların 400 yıl öncesinden kalma atalarının yemeklerini yediklerini söyler( 52 ) .Yemekten sonra tatlı niyetine “Çubuk”53 içildiğini söylemektedir.Ağız ve burunlarını yıkayıp bıyıklarını sabunladıktan sonra Levantenler, bir sofanın kenarına bağdaş kurup çubuk içerler.İşte o zaman mutlu olur, içlerine çektikleri dumanın tadını çıkarırlar.Ve hiçbir şey düşünmeden hayatlarının en zevkli saatlerini geçirirler. Akşamları ise kendisi gibi hoş ve boş karısı, misafirlerini kabul ederler.

Türkler ise , Fransız gezgin POUQUEVİLLE’NİN 1805 tarihinde yazdığı kitapta;
“Türk’ün alışkanlığı, sabah güneşle birlikte kalkmaktı.Kısa süren namazından sonra bir sofanın kenarına uyuşuk bir halde uzanır. Ve derin bir boşluk içinde ,sararak yaptığı sigarasını yakar ve dumanını büyük bir zevkle içine çeker. Telveli kaynar bir moka kahvesini sunmak için ,onu bu durumdan çekip çıkartmak için uğraşan, hanımı telef olur.Fincanını kenarını hafifçe üfleyerek kahvesini içer.İşe gidene kadar otomatik bir şekilde Kehribar Tespihini çeker.54
Müslüman Türk kadını ise her bakımdan tam yabancıdır,dünyaya.Erişilmez bir varlıktır.Estetik bir düş olarak hiç ilk plana çıkmamışlardır.Yunan kadınlarını yakından izleyen Pouqueville onların çok fedakar ve sevecen olduklarını ,Müslüman kadınların ise hep güzellikleri bozulmasın diye erkekleri , onları evden dışarı çıkartmaz,fazla çocuk doğurtmaz ,kadınların anne olmalarını istemezler (Bazı Müslüman toplumlarda bu istisnadır.) Dolayısı ile doğanın sesini dinlemeleri engellenmektedir.Ama Müslüman Türk anaları evlatlarını şefkatle büyütürler . Hatta iki milletin ortak duygularından biride;Anneler çocuklarını kendi sütleriyle büyütürler fakat çok zor durumda kaldıklarında bu kutsal ve soylu görevi bir başka kadına verebilirler ve hatta bu görevi , Hıristiyan bir Rum kadınına verildiği olmuştur.
Türkler kadınlara saygı gösterdikleri gibi (Tüm kadınlara, Hıristiyan ve Müslüman ayırt etmeden)yaşlılara ,çocuklara ve hatta hayvanlara da saygı ve iyi kalplilikle yaklaşırlar.Hatta Türklerin bir inanışları vardır.Mesela: “Leylek öldüren büyük bir tehlikeyle karşılaşır...”yada “Kumru veya Güvercin , kutsal kuştur...” gibi...

Ad ve soyadı olarak baba –dede veya anne- anneannenin ismi verilirdi.Bu gelenek her iki halkta da görülmekteydi.

1936 POMAKLAR “MÜSLÜMAN-TÜRK”

[1] VOYVODA:Küçük kentlerin yöneticilerine verilen isimdir.Gümrük Emini ;Gümrüğün yetkilisi görevindedir.
[2] ARŞIN: Parmak ucundan omuza kadar olan kol uzunluğu.
[3] EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ: SAYFA 144.
[4] KEŞİŞLEME:Güneydoğu rüzgarı.
[5] EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ: SAYFA 145
[6] EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ:SAYFA 145.
[7] EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ: SAYFA 145
[8] EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ: SAYFA 146
[9] EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ: SAYFA 146
[10] AYDIN VİLAYET SALNAMESİ:HİCRİ 1296,SAYFA 64 / 1299 SAYFA 86

[11] MENAFİ SANDIĞI:Osmanlılarda 1867 tarihinden itibaren tüm vilayetlerde ve sancak merkezlerinde birer Menafi Sandığı adı altında yardım sandıkları kurulmuştu.Bu sandıkların sermayesini çiftçilerin yardımları ve boş arazilerin ekilmesinden alınan vergi gelirlerinde oluşuyor.Bir kasaba merkezinde sandığın kurulabilmesi için en az 200 lira sermayenin olması gerekiyordu.
[12] AYDIN VİLAYET SALNAMESİ:1296,SAYFA 93
[13] AYDIN VİLAYET SALNAMESİ:1296,SAYFA 93
[14] yürüyerek uzaklığı
53 TANCOİGNE: “FRANSIZ GEZGİNLERİ, TÜRKLER VE YUNANLILAR.” 1811-1814 Yılları arasında Osmanlı topraklarında bulunan Tancoigne, bir Fransız diplomatıdır.Fransa’nın Acemistan Büyükelçiliğinde katipken,Müsteşar ve Mütercim olarak Honya’daki, Fransız Konsolosluğuna atanır.ve Osmanlı topraklarından geçerek Girit Adasına gider.Tancoigne, “VOYAGE a SMYRNE,L’Archipel et l’ile de Candie”(İZMİR ,EGE ADALARI VE GİRİT ADASINA YOLCULUK) 1817 kitabının yazarıdır.
51 TANCOİGNE, SAYFA 167.
52 “ , “ 149.
53 ÇUBUK : Özgün metinde “pipo” olarak geçmektedir.Ama gezginlerin uzun pipo yada pipo olarak tanımladıkları , o zamanlar Osmanlı topraklarında kullanılan “Nargile”dir.
54 POUQUEVİLLE ,Gezi Günlüğü ,sayfa 115-125

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder