Bu Blogda Ara

9 Temmuz 2011 Cumartesi

DİDO SOTİRİO /// VALİ KAZIM DİRİK PAŞA /// İZMİRİN ÇİRKİNCE'YE ETKİSİ /// MÜBADELE İLE RUM HALKININ İZMİR'i VE ÇİRKİNCE'Yİ TERK EDİŞ

“BENDEN SELAM SÖYLE ANADOLU’YA”
DİDO SOTİRİOU



Bir gazeteye ait köşe yazısında, DİDO SOTİRİOU ile köşe yazarı NEBİL ÖZENTÜRK arasında geçen röportajda, DİDO SOTİRİOU’NUN 80 küsür yaşında olmasına karşın, içindeki vatan sevgisi ve geçmişte bağımsızlık ve özgürlük adına verdiği mücadele ve içindeki başkaldırışın hala varolduğu belli oluyor.
Röportajda DİDO şunları dile getiriyor :
---“Ana yurduma selam söyle benden Kör Memed’in damadına....! - --- Benden selam söyle Anadolu’ya ...”
---“ Toprağını kanla suladık diye bize garezleşmesin , ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların Allah bin belasını versin...”

Ve DİDO şu dilekleri ile konuşmasına son veriyor:
---“ Barışın ve dostluğun kıymeti hala anlaşılamıyor. Ve hala eften püften şeylerden gerginlik yaratılıyor. Şu bilinmeli ki, Anadolu halkı da Yunan halkı da suni sürtüşmeler istemiyor. Her iki halk, kardeş gibi....
Halk başkadır, Hükümet başkadır. Hamasi nutuklar atan siyasetçilerin tuzağına düşmemek lazım...
Aslında her iki yakada da güzel uğraşlar yapılırken, birileri külhan beylik taslıyor, karşılık veriliyor ve yine başa dönülüyor....” “Hayatın İçinden”
NEBİL ÖZGENTÜRK 5 EYLÜL 1999


DİDO SOTİRİOU’NUN geçmişte , bağımsızlık ve özgürlük adına verdiği büyük mücadeleye saygı ile karşılıyorum ve eski ŞİRİNCE yani ÇİRKİNCE hakkında, büyük ve değerli “Benden selam söyle Anadolu’ya” isimli eserinden aldığım kaynaklar için sonsuz teşekkürlerimi belirtip en içten saygı ve sevgilerimi sunuyorum...
UMUT ARABUL


Aradan çok uzun zaman geçti ve koca bir ülke deprem ile karşılaştı. Yürekler yerle bir oldu. 17 Ağustos 2000 Marmara depremi ve Yunanistan’daki ikinci bir deprem iki ülke halkını birbirine daha da çok yakınlaştırdı ve bütün siyasi soğuklukları bile unutturdu.
Gençlik yıllarında
“ Sıla derdine düşününce ,
Yunanlı ile kardeş olduğunu…
Bir Rum şarkısı duyunca, gör,
gurbet elde ...İstanbul çocuğunu...”
diye şiirler yazan Bülent ECEVİT ile Yunanistan Başbakanı SİMİTİS, günlerce zeytin dalları ile selamlaşıp durdular...
Yani hamasi nutukların, külhanbeyliğin yerini içtenlikli demeçler ve yüreklerin hissettiği dayanışmalar aldı... Anadolu ve Yunan halkı zaten kardeşti. Depremlerle daha bir sokuldu birbirine böylece...
-Ve umut edelim ki (–DİDO’NUN kaygısı) yine başa dönülmesin.!
-Ve eminim ki eğer hala aynı yaşlı DİDO ise şimdi çok mutlu ve huzurlu....


Her iki ülke halkı arasında dostluk rüzgarları konsersiz olmaz tabi.! Atina ve İstanbul’da deprem yaralarını sarmak için iki dev konser verildi. Zülfü LİVANELİ, THEODORAKİS ve Maria FARANDURİ 7 Eylül Salı akşamı Atina Anayasa Meydanında. 8 Eylül 2000 akşamı da Harbiye Açık Hava Tiyatrosunda, Alman , Yunan ve Türk müzisyenlerden oluşan orkestra eşliğinde deprem zedelerle dayanışma türküleri ve ağıtlar söylendi.
Yine aynı amaçlı etkinlikler Şirince’de de oldu. 77 yıl önce “Büyük Mübadele” ile buralardan göç etmek zorunda kalan [1]mübadillerin torunları ve çocukları , 13 kasım 2000 tarihinde Şirince köyüne gelerek atalarının doğduğu topraklarda hasret giderdiler. Şirince köyünü ilk kuruluş zamanında, kuran kişilerin “TEPEDEKİ EFES” denmesinden esinlenerek Yunanistan da kurdukları yeni köylerine de benzer isim koymuşlardır. Yeni kurdukları bu köyün ismi ise [2]“NEO EPHESOS”dur. 13 kasım 2000 tarihinde gelen bu grup NEO EPHESOS’lu Yunanlılardır. Onlar Mübadillerin torunları ve çocuklarından oluşan 75 kişilik bir gruptu. Bu grup Şirince de büyük coşku ve sevgi ile karşılandı. Köydeki Vaftizci Yahya Kilisesinde dualar edip, atalarının doğduğu evleri gezdiler. Davul zurna eşliğinde Şirinceli köylülerle halay çekip , yemek yediler. Lokma döküldü. Selçuk Belediyesinin katkıları ile Lozan Mübadilleri Vakfı girişimi, Şirince Köyü Muhtarlığı ve Yeni Efes Anadolular Kültür Derneği tarafından düzenlenen bu “KAVUŞMA GÜNÜ” hem Yunanlıları hem de Türk köylülerini çok heyecanlandırdı.Selçuk Belediye başkanı Vefa ÜLGÜR, Yunan köylülerinin ziyaretinden büyük mutluluk duyduğunu belirterek:
--“Ortak kültürü paylaştığımız eski Şirincelilere ve Efeslilere kapımız her zaman açık” dedi.
Heraklidos Yeni Efes Anadoluluları Kültür Derneği Başkanı, YOHANNİS DİMİTRİYADİS ise Türk dostlarını bir an önce NEO EPHESOS köyünde görmek istediklerini vurguladı.
Eski Şirinceliler , atalarının yaşadığı bu topraklarını ve evleri görünce göz yaşlarını tutamadılar ve akşam saatlerine kadar komşularından ayrılamadılar.


VALİ KAZIM DİRİK PAŞA

“KAZIM DİRİK PAŞA”
1879 yılında bir manastırda doğan İzmir Valisi KAZIM DİRİK PAŞA, 1899 yılında Harbiye’den Piyade Teğmeni olarak mezun oldu. Balkan Savaşı sırasında Batı Anadolu Menzil Komutanlığı yapmıştır. 26 mart 1926 tarihinde İzmir’e tayin edildi. 7 ağustos 1935 tarihine kadar da insan üstü bir güçle İzmir’de çalışmalar yaptı. 200 kadar okul yapımını sayısız yol ve çeşmenin yapımını gerçekleşmiştir.
“Ayrancı Vali” olarak tanınan Kazım DİRİK, aktarıldığına göre, Çirkince’nin
ismini değiştirip Şirince yapan kişidir.
--“ Bu köyün ismi ÇİRKİNCE....Bu güzel köyün ismi Çirkince olmamalı....Bundan sonra bu köyün ismi “ŞİRİNCE” olsun ...”
Verdiği bu emirden sonra Çirkince artık “ŞİRİNCE” olmuş.

Kendisine bu ilhamı veren Şirince ilkokulunun öğretmeni Suat Bey’in yazdığı marşı Kazım Paşanın onuruna okumasıdır. Marşta geçen “Diyelim köyümüze Şirince” sözü olmuştur.



Muallim Suat Bey’in yazdığı marş:

“Diyelim köyümüze Şirinc”

Köyümüz şeref saçar, Gece gökte yıldızlar,
Yaylaların üstüne.. Birer elmas parçası...
Küme küme kuş uçar, Her tarafı yaldızlar,
Tarlaların üstüne... Hain altın fırçası...

Soğuk kaynak suları, Kaval ile çobanlar,
Şırıl şırıl şırıldar. Dağdan dağa seslenir...
Söğütlerin dalları, Sürü sürü koyunlar,
Sulara gölge yapar. Yamaçlarda beslenir...
Kimdir diyen acaba Kimdir diyen acaba,
Bu yerlere Çirkince.? Bu yerlere Çirkince...
Biz diyelim daima, Biz diyelim daima,
Köyümüze ŞİRİNCE... Köyümüze Şirince...


ÖĞR. MUHALLIM SUAT BEY



”BAY CORPOUZA” AYASULUK BÖLGESİNİN İLK TURİZMCİSİ . OTELİ ŞUAN Kİ SELÇUK TREN İSTASYONUN KARŞISINDAKİ “CORPOUZA CAFE”




İZMİR’İN ÇİRKİNCE’YE ETKİSİ

Yüzyıllardan beri İzmir (Smyrna) çevre yerleşim yerlerini etkilemiştir. Gerek kıyı kentleri gerekse iç bölgelerdeki kentleri etkisi altına almış , Küçük Asya’nın büyük kenti Smyrna... 19. yüzyılda nüfus bakımından düzenli bir artış göstermiştir. Nüfusun artışı ile beraber büyümenin doğurduğu ihtiyaçların ve ticaretin tartışılmaz üstünlüğünü elinde tuttu. Anadolu’nun ekonomik dünyasının başlıca dayanak noktası İstanbul’dan sonra İzmir idi. İzmir’de ve çevresinde yaşayan Rumların ekonomik faaliyetlerini doğrudan etkiliyordu. Ege kıyısındaki elverişli konumu ile İzmir asırlar boyunca kara trafiğinin yanı sıra gemi taşımacılığı, deniz ticareti için de çekici bir merkez olmuştur. 18. yüzyılda açılan Avrupa Pazarında ODESA , Selanik, Beyrut ve İskenderiye limanları arasında süren ticaret, İzmir’in sahip olduğu güvenli ve uygun geçiş noktası özelliğinden dolayı imrenilecek bir liman konumuna yükseltmişti. Başkentten doğu şehirlere mal götüren kervanlar bile yollarını değiştirip İzmir’den geçiyorlardı. Sahip olduğu doğal servetlerle İzmir çok önceleri bir çok yabancıyı çekmiş, şehrin içine yerleştirmiştir.

İzmir, girişimci Rumlar ve Ermeniler için adeta bir mıknatıs işlevi görmekte idi.İzmir’in etkisinde kalan küçük şehirlere gelince buralarda yaşayan yerel nüfusta ihtiyaç
maddeleri konusunda uygun fiyatlarla çok çeşitli kaynaklar sunan İzmir kaynaklı ticaretten faydalanmakta idi. Kıyı, küçük şehirlerde ve köylerdeki halk şu veya bu şekilde toprağa bağlı idi. Ya kendileri veya başkaları için toprağı işliyorlar yada topraktan topladıkları mahsulü satıyorlardı . Bu durum yatırım açısından toprağı cazip kılıyor. İzmirli büyük yatırımcılar da bu sektöre yöneliyorlardı. Yüzyılın ortasında Küçük Asya’yı ziyaret eden gözlemciler uygun yerlerde , tarıma elverişli geniş alanlar karşısında çarpılıp kalıyorlardı. [3]NASSAU SENİUR daha yola çıkmadan önce bölgede kendini neyin beklediği konusunda uyarılmıştır.
“İzmir’de iken Efes’i ziyaret edin. Buraya giderken 50 mil boyunca, dünyada benzeri görülmeyecek bir iklime sahip olan verimli topraklardan geçecek ve yol üzerinde yöre sakinlerini ve ekili dikili arazileri göreceksiniz.”
Bol ucuz ve güvenilir ürün olduğundan söz edilirken Şirince (Çirkince) bu pazarın büyük bölümünden pay alıyordu.Çirkince’den İzmir pazarına ; İncir, şeftali, üzüm, zeytin ve zeytinyağı, şarap, şeker kamışı, tütün , dut gibi kolay pazarlanabilen ürünleri getiriyorlardı. Ve bu pazardan ürünlerini nakit karşılığı satarak büyük gelir elde ediyorlardı.
DİDO SOTİRİOU romanında Şirince ve İzmir hakkında şunları diyor:
---“1910 Eylül ayı.Rıhtıma gelince , her şeyi unuttum. Yep yeni ve dayanılmaz bir tatlılık kapladı içimi. Nereye bakacağımı , ilkin hangi hazzı duyacağımı şaşırmış, gitmiştim... Denize mi? Hiç batmadan suyu yarıp giden Hamidiye Vapurlarına mı?
Kafesli balkonları esrar dolu , kocaman mermer binalara mı? Kaldırım döşeli cadde de, ahenkli bir gürültü ile uzaklaşan arabalara mı?
Atlı tramvaylara mı yoksa?
Yoksa hiç çalışmıyormuşçasına bir
bayram havası içinde kulüplere ve kahvelere girip çıkan şu neşeli , gürültücü ve kaygısız insanlara mı?

Mendireğin üzerinde durmuşum, sokmuşum ellerimi cebime, büyülenmiş gibi kalmışım bir an... Dalgalar kalkıp iniyor. Kocaman kaldırım taşlarını yıkıyorlar. Bu ne hoş koku böylece! İskeleleri tutan demir kirişlerin üzerine milyonlarca istiridye yapışmış,salkımlar halinde. İngiliz iskelesi, yeni iskele ve uzun iskele... Kocaman limanın işleyen elleri bunlar. Tahmil-Tahliye buradan yapılıyor... Buradan gidiyor Anadolu’nun mübarek yemişleri yabancı diyarlara ve yabancıların altınları buradan içeri giriyor.”
Ve devam ediyor:
---“Rum unsuru, bütün İzmir’de olduğu gibi, buraya da damgasını vurmuştu. Herkes Rumca konuşuyordu burada. Türklerle; şarkılar... Yahudiler, Ermenilerle bile...”

Şirince köylülerinin ürünleri İzmir pazarında satıldığında küçük büyük , bütün yüzler gülerdi... Paralar keselere girmiş olurdu. Sonrada kışın İzmir’e tekrar gidilirdi. Yeni süs eşyası ve çeyiz almaya...
İzmir yüzyıllardan beri Şirince’yi de etkilemiştir. Halen daha da etkisi altındadır.Şu anda da mahsulün bir bölümü Köyün merkezinde satılır. Bir bölümü İzmir’den gelen tüccarlara satılır. Mahsulden kazandıkları paraları ise İzmir’de harcarlar ,İzmir’de eğlenirler.
ÇİRKİNCE KÖYÜNDEKİ TÜRK VE RUM HALKININ MÜBADELESİ
30 Kasım 1923

Lozan Anlaşmasının eki olan “Türk ve Rum Ahalisine Dair Mukavelename ve Protokol” , 30 Kasım 1923 tarihinde imzalandı. Ve yürürlüğe girdi. Sözleşmeye Türkiye adına M. İsmet, Doktor Rıza Nur ve Hasan imza koydular. Yunanistan’ı Venizeloz ve Kaklamanos temsil ederek imza atanlardandır.İstanbul Rumları ve Batı Trakya Türkleri bu sözleşmenin dışında tutuldu. Bu sözleşmeye 1912 yılından sonra bulundukları toprakları terk edenlerde bu sözleşmeye alındı. Onlara “MUHACİR” adı verildi.Anlaşmadan çıkan bazı kararlar ve sonuçlar:
Ø Türkiye’den ilk çıkarılanlar; daha önceden aileleri Yunanistan’a geçmiş, kendileri kalmış Rumlardı.
Ø 9 Eylül 1922 sularında, başta Batı Anadolu olmak üzere Rum halkı , evlerini ve tarlalarını yunan Bozgunu nedeni ile terk edilmiş bulunuyordu.
Ø Muğla, Konya, Antalya gibi yörelerde bulunan Rumlar, Lozan Anlaşması uyarınca zorunlu göçe uğramışlardı.
Ø Sözleşme, Türk ve Rum halkının her türlü hukuki çıkarlarını garanti etmişti.
Ø Suç işlemiş olanlar yargılanıyorsa hakları ve yargılamaları gittikleri ülkelere devredilmişti.
Ø Muhacirlerin taşınabilir mallarına gümrük serbesti uygulanmıştı.
Ø Her iki tarafın halkı, kilise, cami, dernek gibi kurumların eşyalarını taşımakta serbest bırakılmışlardı.
Ø Terk ettikleri taşınmazları, komisyonlara kaydettirerek gittikleri ülkelerde aynı koşullarda ve aynı değerlerde terk edilmiş mallar (EMVALİ METRUKE ) kendilerine devredilmişti. Komisyonlar bu malların değerlerine ilişkin belgeler düzenlediler. Bıraktıkları mallara karşılık, gerektiğinde para ödemeleri yapılacağını, sözleşme kararına bağlamışlardı.

Daha önceden 13 Ekim 1923 tarihinde Mübadele İmar ve İskan Vekaleti kurulmuştur.
8 Kasım 1923 tarihinde kabul edilen Mübadele İmar ve İskan Kanunu yürürlüğe girdi. Vekil İzmir Mebusu Mustafa Necati, işin başarı ile sonuçlanması için “Hilali Ahmer” (KIZILAY) Cemiyetinden yardım istedi. 6 Mart 1923 tarihinde Vekalet ile Cemiyet arasında sözleşme imzalanmış. Böylelikle Kızılay’ın desteği sağlanmıştı.
İzmir 4. İskan Mıntıkası olarak saptandı. Mıntıka Müdürü olarak İHSAN PAŞA atandı. 26 Kasım 1923 günü bölgeye gelerek çalışmalara başlamıştı. Kordondaki bütün boş yapılar, Vekaletin emrine verilmiştir.
İzmir’deki Tepecik Emrazi Hastanesi Sariye Hastanesi hastalar için hazırlanmış.Klazumen (urla) Misafirhanesi açılarak, önlemler arttırılmış. Ayrıca gelenlere sıcak çay, çorba ve çamaşır ihtiyaçlarını vermek için gerekli sayıda malzeme Hilali Ahmer Cemiyeti ile ortaklaşa giderilmiştir. Çeşme ve Bayındırda , İngilizlerden sağlanan saç levhalarla geçici misafirhaneler kurulmuştur. İzmir’de İki çeşmelik Dispanseri ile Kemer İstasyonuna kurulan dispanserin açılması ile gelenlerin sağlık sorunları ile 1923 yılının aralık ayının sonundan itibaren ilgilenmeye başlamıştı. 10 Kasım 1923 tarihinde yürürlüğe girmesi kararlaştırılan mübadele ile suyun öte yanında da Kazana’da 1500, Karaferya İstasyonunda 1000, Ahdova ‘da 1000 kişilik geçici konaklama imkanı oluşturuldu. Çadır ve gerekli malzeme sağlanarak tahliye iskelelerine ve istasyonlarına ulaştırıldı.


1923 yılının sonuna dek Türk gemi ve trenleri ile 60318 göçmen ; Girit, Kavala, Drama ve Selanik ‘ten , Türkiye’ye getirildi. 1923-1924 tarihleri arasında toplam 60318 kişinin çetin şartlara rağmen taşıma işlemleri sürdürüldü ve 1924 yılının sonlarına doğru taşıma işlemleri bitti.
Taşıma, yerleştirme işlemleri sırasında ve mübadil sevkleri sırasında kargaşa yaşandı. Aynı köyün insanları farklı gemilere bindirildi. Hiç malı olamayanlara, mal beyanlarına bakılmadan usulsüz mal dağılımı oldu. Gelenlerin çoğu işçi idi. Ticaretle uğraşanlar çok azdı. Bir grup insan da yardıma muhtaç durumda idi. Kimileri ise her şeyini yitirmiş olarak Türkiye’ye ayak bastılar. Her iki hükümetinde mübadele hazırlıkları yetersiz kalmıştı. Tütüncüleri dağa götürmek gibi uygunsuz durumlar görüldü. Taşıma sırasında salgın hastalıklar baş gösterdi.
Mübadiller perişan durumda Türkiye’nin belli başlı yerlerine ; Ayvalık, Erdek, Çeşme, Kuşadası, İzmir, Fethiye gibi limanlara ulaştırıldı. 1933 yılına dek Hilali Ahmer Cemiyetinin çalışmaları ve yardımları sürdü.
Sonuçta 500.000 Türk, Yunanistan’dan Türkiye’ye deniz ve kara yolu ile taşındı. Bu kıyametin içinde Selanik , Manastır, Kavala ve Pravuşta Muhacirleri , Çirkince’ye geldiler.
Anlatılan o ki: Kavala, Kula, Dedebol, Alasonya, Drama, Müştiyan , Daryan ve Çıtak köylüleri bir gemiye dolarak İzmir’e ulaşmışlar. Köylerden Müştiyan’ın nüfusunun yarısı Rum muş. Diğer köyler 30 hanelik küçük yerleşmelermiş. Göçmenlerin hepsi Akdeniz Gemisine dolarak İzmir’e ayak bastılar. Bir süre Kemer’de alıkonulduktan sonra istedikleri yerlere dağılmışlar. Ödemiş’e yerleşenlerin yanında, Aydın Atça’dan geçip Çirkince’ye yerleşenlerde olmuş. Yolu bile olmayan Çirkince Köyünün ,göçmenlerin arasından sözü geçebilen yaşlılar gelip bakmışlar. Mamur ve bakımlı görünce yerleşmişler ve olanlar daha sonra olmuş.
Girit Adasından gelenler Kuşadası kasabasına ayak basmışlar ve gemide hayvanlar ve eşyalarla yan yana yolculuk ettiklerini anlatıyorlar.
Selanik, Pravuşta, Kavala, Girit Adasından gelenler Çirkince’ye kesin olarak yerleşenlerdendir. Ve yerleşmelerinin hemen ardından köy yeniden canlanmaya ve zamanla bu günkü durumunu almaya başlar.






MÜBADELE İLE RUM HALKININ İZMİR’İ VE ÇİRKİNCE’Yİ
TERK EDİŞ


TÜRK KURTULUŞ SAVAŞI’NI noktalayan 22 AĞUSTOS 1922 tarihindeki BÜYÜK TAARUZ ZAFERİ ve hemen ardından 9 eylül gününe ulaşıldığında , 15 Mayıs 1919 tarihinden itibaren beri süren YUNAN İŞĞALİ’NİN sonu gelmişti.....
İzmir’e TÜRK ORDULARININ girişi Paris kaynaklı bir haber yolu ile 11 Eylül tarihli Atina Gazetelerinde yer aldı. ELEFTERA VİMA gazetesi 10 Eylül Paris kaynaklı haberi:
“İzmir dün sabahtan beri 2. Süvari Alayı Komutanı ZEKİ BEY tarafından işgal edilmiştir.Her şey Türk Ordusunun denetimi ve güdümü altındadır.”
Biçiminde yayınlanmıştır.
İzmir’in alınmasından çok önce başlayan Yunan Ordusunun çekilmesi, yarattığı kıyım ve yıkımın yanında , yerli Rumların da evlerini terk etmelerine neden oldu.Ordu çekilirken endişeli yerli Rumlar, demir yolu aracılığı ile çoğu kez de yaya ele geçirdikleri ne varsa yola çıktılar.İzmir bir anda ana baba gününe dönmüştü. 9 Eylül’ü izleyen günlerde de kıyıdan bulabildikleri tekne ve kayıklarla ayrılanlar çok sayıda idi.
(Türk Tarihinde bu olaya: 9 EYLÜL YUNANIN DENİZE DÖKÜLÜŞÜ olarak geçmektedir.) Çeşme, Ayvalık, Kuşadası liman yolunu kullanarak Türkiye’yi terk edenler; Adalara ve sonuçta Pire Limanı ve çevresine ulaştılar. 13 Eylül tarihinde patlak veren “İzmir yangını” bu kaçışın üzerine yeni bir felaket gibi geldi.
DİDO SOTİRİOU romanın sonunda belirttiği gibi ; “ Yangının çıkış kaynağı AYA DİMİTRİ Mahallesi yani Ermeni Mahallesi idi. Yangın, Ermeni Teröristler tarafından başlatılmıştı. Ancak güney doğudan esen , İzmir’de ender görülen bir rüzgarın etkisinde kaldı. Ve yangın Basmane Meydanından çıkıp Fevzi Paşa Bulvarı boyunca, denize ve oradan da Fuarın kurulu olduğu alandan, Bel la Vista’ya ulaşmıştı.”
İşte Yunanlıların “KÜÇÜK ASYA FELAKETİ” dedikleri bu olay sırasında Çirkinceliler Rumlar, Aydın Demiryolunu kullanarak İzmir’e ulaştılar. Bazıları Kala maki [4](Güzelçamlı) üzerinden [5]Samos Adasına geçer ve Yunanistan’a ulaşırlar. Çirkince köyü artık terkedilmiş ve kimsesiz bir köy hüviyetine girer.


DİDO SOTİRİOU’NUN arkadaşı olan , MANOLİ AKSİYOTİS ve bir arkadaşı kaçış yolu üzerinde bulunan Çirkince’den geçer ve şöyle anlatır:
“Kırkıca yakınlarında şöyle bir titrer gibi olmuştu,yüreğimiz. Köyde hiç kimse olmadığını anlayınca, bir süre sokaklarda gelişi güzel dolaştık. İki hırsız gibi idik,duvarların altında. Ay ışığı çıkmıştı ve rüzgarda gıcırdayıp çarpan kapı kanatlarını rahatça seçebiliyorduk. Bir veba salgını çökmüştü sanki köye ve canlı namına ne varsa alıp götürmüştü..! Çarşı yerinde, meydanda , sokaklarda bir alay sahipsiz elbise , ev eşyası, kırılmış çanak çömlekler sürünmekteydi.
Bir köpek uluyordu zaman zaman , bir kedi miyavlıyordu . Ve yalnızlık daha da kahredici bir hale geliyordu... Ve bizim yüreğimizle, bizim anımızla yoğruluyordu burada ...her ev, her sokak, her ağaç ve bu toprağın her taşı...
Bir öfke bürüdü birden içimizi: Bizim evlerimiz değil miydi bu evler? Bu tarlalar, bu ekinler, bu ağaçlar? Burada büyüyüp yetişmemiş miydik? Babalarımız burada gömülü değil miydi?”
Ne yazık ki burada terk edilişin acısı anlatılmaktadır. Tabi ki her iki ülke halkı için doğup büyüdüğü, ekip diktiği, emek verdiği,atalarını terk ettiği topraklara gömdüğü ve evlerini işlerini bırakıp terk etmek zordu ve acı bir şeydi.
Çirkince, terk edilişin ardından tam olarak bir yıl geçer ve köy başı boş kalır. Bunu fırsat bilen hırsızlar, köyde arta kalan tüm eşyaları, sanat eserleri, tarihi eserleri, mücevherler, ve diğer değerli eşyaları çalmışlar. Tüm bunlarla kalmayıp, evlerdeki kapı pencere ve diğer taşınabilir boyuttaki evi tamamlayan parçaları söküp çalmışlar (bazı mermer parçalar) . Bir de çıkan yangınlar yok olmaya yardımcı olmuş, 1600-1800 evin kalıntıları kalmıştır. (1922-1923 tarihleri arasında 1800-2000 olan ev sayısı günümüze 200 kadar ulaşabilmiştir.)
Ve mübadele ile Çirkince’yi terk edişin ardından tam olarak bir yıl geçtikten sonra yöre gelen Türk Mübadiller ile köy ve etrafı yeniden canlanır. Ve bu gün ki halini , 200 kadar tarihi ev, kiliseler ve manastırlarla alır. Tarihi ev, kiliseler ve manastırlarla alır.


“Çirkince köyünü Terk ediş” ve İzmir’in yanışı


[1] MÜBADİL; 30 kasım 1923 tarihinde imzalanan, Lozan antlaşmasının eki olan “Türk ve Rum Ahalisinin Mübadelesine Dair Mukavele ve Protokol” kapsamına giren Türk ve Rum Halkına verilen isim:Mübadil.
[2] NEO EPHESOS; Atina ile Selanik arasında kalan Katarini kasabasına bağlı bir köy. Bakınız. NEO EPHESOS.


[3] NASSAU SENİOR;1859 tarihinde İzmir’de yaşamış bir gezgindir.6 aralık 1841 - 22 temmuz 1860 tarihleri arasında yazdığı bir günlükte İzmir’den bahseder.sayfa 147 ve 148’de.
[4] KALA MAKİ (Güzelçamlı) : Kuşadası’nın tam güneyinde bir yazlık kasaba Yunanlıların zamanında ismi Kala maki idi.İsmini çevresinde bulunan ormanlık alanlardan almıştır. Ve şu anda Milli park olarak koruma altındadır.GÜZELÇAMLI MİLLİ PARKI...
[5] Samos Adası : Güzelçamlı Milli Parkının tam karşısında bulunan , Kuşadası’ndan da gözle görülebilen bir Yunan Adasıdır. İsmet İnönü döneminde(İSMET PAŞA) Yunanlılara verilmiş bir adadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder